Yükseköğretimde Yeni Yaklaşımlar

 

Yükseköğretimde Yeni Yaklaşımlar

Uçak gemilerindeki koca silahlar, suskun profesörlerin cübbesi altında saklanır (İ. Shamir).

Kim üniversiteleri kontrol ederse medyayı, kim medyayı kontrol ederse hükümeti kontrol eder (S. Bellow)

Dünya, tarım ve sanayi çağından sonra itici gücünü bilginin ve nitelikli insan gücünün oluşturduğu bilgi çağını yaşamaktadır. Bu yüzden bilginin üretildiği en önemli mekânlar olan üniversiteler ülkelerin sosyokültürel ve sosyoekonomik açıdan gelişmelerinde önemli bir rol üstlenmeye devam etmektedir.

Geçen yüzyılın son çeyreğinden itibaren yeniden yapılanma sürecine giren üniversiteler, örgütsel yapı, misyon, çalışma alanları vb açılardan yeniden tasarlanmaya başlanmıştır. Üniversitelerle ilgili yeni yaklaşım ve tartışmalarda özerklik, katılım, etkili yönetim, planlama, hesap verilebilirlik, fayda- maliyet ilişkisi, perFormans değerlendirme, kaynak sağlama, paydaş katılımı vb kavramlar en sık vurgu yapılan kavramlardır.

            Günümüzde yükseköğretim için öngörülen temel amaçlar aşağıdaki gibi sıralanabilir.

  1. AR-GE çalışmaları vasıtasıyla bilgi birikimini arttırmak ve ülkenin ihtiyaç duyduğu yeni teknolojileri üretmek.
  2. Evrensel değerler, milli kültür ve yerel özellikler arasında sağlıklı bir denge kurarak bunları korumak, geliştirmek ve yeni kuşaklara aktarmak
  3. Ülkenin insan kaynakları potansiyelini en üst düzeyde geliştirmek için ortamlar oluşturmak.
  4. Karşılıklı hoşgörü ortamını besleyerek, demokratik ve sivil toplum anlayışının gelişmesine katkı sağlamak.
  5. Kültürel, sosyal, ekonomik ve politik alanların ihtiyaç duyduğu eğitimli insan kitlesini yetiştirmek.
  6. Ülke insanının zihinsel ve entelektüel kapasitesinin en üst düzeyde gelişimine katkı vermek ve bu yolla ülkenin daha sağlıklı bir gelecek tasarlamasına yardımcı olmak.

Türkiye yükseköğretimi çok sayıda ciddi sorunla karşı karşıyadır. Üniversite toplum ve üniversite sanayi arasında yeterli ilişkinin kurulamaması, üniversitelerin toplumun ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, üniversite yönetimlerinin demokratik katılımdan uzak, aşırı merkeziyetçi ve mutlakıyetçi bir yapıya sahip olması, kurumsal özerkliğin ve akademik özgürlüğün sınırlı olması, üniversiteler arasında kalite farkının ciddi boyutlara ulaşması, bölümler ve programlar arasında yatay ve dikey geçişlerin katı kurallara bağlanması, üniversitelerin bilim üretme konusunda kendilerinden beklenileni verememesi ve kalite değerlendirme sistemlerinin olmayışı bunlardan bazılarıdır.   

Türkiye’de üniversitelerin yeniden yapılandırılması hususunda tam bir mutabakat vardır. Sorun bu yapılanmanın nasıl ve hangi öncüller doğrultusunda yapılacağı tartışmalarından kaynaklanmaktadır. Çoğu ideolojik kaygılardan kaynaklanan bu farklılıkları aşmanın yolu, araştırma verilerine dayalı tarafsız, bilimsel ve kapsayıcı ortak bir söylem geliştirmek ve ilgili tüm aktörleri çözüm sürecine katmaktan geçmektedir.

Son yıllarda Türkiye yükseköğretimi üzerine değişik kuruluşlar tarafından birçok çalışmalar yapılmış ve raporlar yayınlanmıştır. Yapılan bu çalışmaların hemen hepsinde sorunlarla ilgili benzer tespitler ve benzer çözüm önerileri sunulmuştur. Bu çalışmaların en yenilerinden biri olan ve SETA tarafından Doç. Dr. Talip Küçükcan ve Yrd. Doç. Dr. Bekir Gür’e hazırlatılan “Türkiye’de Yükseköğretim” adlı bir çalışmada yer alan bazı tespitler ve sorunlara yönelik çözüm önerileri özetlenerek aşağıya alınmıştır.

1.      Dünyada üniversiteler üç temel amaca hizmet etmektedir. Araştırma yoluyla bilgi üretmek, eğitim yoluyla yeni nesillere bilgi aktarmak ve toplumun ihtiyaçlarına uygun hizmetler sunmak.

2.      Son yıllarda, kamu dışından da kaynak sağlayan, ulus ötesi işbirlikleri geliştirebilen, ekonominin gelişmesine katkıda bulunan, toplumsal beklentilere cevap verebilen ve herkesin her yaşta öğrenme ihtiyacını karşılayabilen, esnek ve toplumsal sorumluluk sahibi bir üniversite modeli öne çıkmaktadır. Bu anlamda ABD dünyanın en dinamik ve öncü üniversitelerine sahiptir.

3.      Türkiye’deki mevcut yükseköğretim sistemi, aşırı merkeziyetçidir ve yükseköğretim kurumlarının farklılaşmasına izin vermemektedir. Üniversitelerin yönetim tarzı mutlakıyetçiliği andırmaktadır. Bu durum üniversitelerde içinden çıkılmaz yapısal sorunlara yol açmaktadır. Üniversite sayısı 140’ı bulmuş bir ülkede aşırı merkeziyetçi bir sistemin uygulanmaya devam etmesi makul değildir.

4.      Türkiye’de üniversite okumak isteyen öğrenci sayısı ile mevcut kontenjanlar arasında hala büyük bir uçurum bulunmaktadır. 1980 yılında 466.963 olan başvuru sayısı 2007’de 1.776.443 olmuştur.

5.      Türkiye’de yükseköğretimde okullaşma oranı %25, açık öğretim dâhil edildiğinde ise %39’dur. Bu oranla Türkiye OECD ülkeleri arasında son sıradadır. Ayrıca 25 yaş üstü nüfusun yükseköğrenim bitirmiş olma oranına bakıldığında, Türkiye %10’luk bir oranla OECD ülkeleri (ortalama %26) arasında son sırada yer almaktadır.

6.      Türkiye’de üniversiteler maalesef üniversite önünde bekleyen yüz binlerce öğrenciye karşı duyarsız kalmışlardır. Örnek vermek gerekirse, Türkiye’de sağlık bilimleri fakültelerinde kapasitelerinin çok altında öğrenciye eğitim verilmektedir. Ülkemizde tıp fakültesinde okuyan öğrenci sayısının öğretim üyesi sayısına oranı 3.9’dur. Bu oran Almanya’da 22.5, İspanya’da 14.4, İtalya’da 11.8, Fransa’da 10.8, Danimarka’da 4.2’dir.  

7.      Yükseköğrenime erişimde eşitsizlik vardır. Yıllardır sürdürülen “katsayı” uygulaması on binlerce öğrenciyi mağdur etmiştir.

8.      Gerek liseden üniversiteye geçişteki dikey hareketlilikte gerekse üniversiteler ve bölümler arası yatay hareketliliğin çok katı kurallarla sınırlandırılması milyonlarca öğrenciyi ve ailelerini zor durumda bırakmaktadır.

9.      Türkiye’de üniversiteler genel olarak topluma ve toplumsal sorunlara uzak durmaktadır. Üniversiteler bu halleriyle “askeri bir tesise” benzetilmektedir (YÖK, 2007). Dünyada üniversiteler isteyen herkesin rahatlıkla ziyaret edebileceği ve istifade edebileceği mekânlar olmuşlardır. Kendini toplumdan yalıtan üniversite en temel amaçlarından biri olan topluma hizmeti ihmal etmektedir. Çoğu üniversiteler kendi bulunduğu yörenin kültürel mirası ve toplumsal sorunlarına yönelik neredeyse hiçbir çalışma yapmamaktadır. Diğer taraftan üniversiteler kapılarını öğrenciler dışındaki kesimlere açmakta oldukça tutucu davranmaktadır (Okçabol, 2007). 

10.  Üniversitelerdeki programlar, iş dünyasının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde tasarlanmamıştır, dolayısıyla, üniversitelerde öğretilen beceriler ile iş dünyasının aradığı beceriler arasında uyumsuzluk vardır. Firmalar, yabancı dil bilgisi, bilgisayar becerileri, analitik düşünme becerileri, sosyal zekâ ve iletişim becerileri ile pratik tecrübe gibi ihtiyaçlarını dile getirmişlerdir. (TEPAV, 2007).

11.  Türk üniversiteleri, bulundukları yörenin toplumsal, ekonomik ve teknolojik yönlerden kalkınmasında temel etmen olmaları beklenirken, daha çok bulundukları bölgeye kamu kaynakları, çalışanları ve öğrencileri aracılığıyla ekonomik canlılık getirmesi beklenen kurumlar olarak algılanmaktadır.

12.  Bilgiye dayalı ekonominin güç kazandığı günümüzde, Türkiye’deki üniversiteler ekonomik kalkınmaya gereken desteği verememektedir.

13.  Türkiye’de yükseköğretimin en zayıf olduğu alanlardan biri yaşam boyu öğrenme anlayışının yeterince gelişmemiş olmasıdır. Üniversiteler adeta 18–25 yaş arasındaki gençlere hitap eden ve yetişkin nüfus ile hiçbir ilişkisi olmaması gereken kurumlar görüntüsü vermektedir.

14.  Türkiye’de üniversitelerde yapılan bilimsel çalışmalarda ülkenin ve yörenin ihtiyaçları ve öncelikleri göz ardı edilmekte, yapılan araştırmalar genellikle yayın yapmanın bir aracı olarak görülmektedir.

15.  Üniversiteler ve hatta eğitim fakültelerinde görev yapan öğretim üyelerinin pek çoğu pedagoji konusunda donanımlı değildir.

16.  Türkiye’de üniversiteler, akademik özgürlüğün yılmaz savunucuları olamamışlar, tam tersine zaman zaman özgürlüklerinin kısıtlanmasını savunmuşlardır. Dahası üniversiteler sivil ve demokratik taleplerin temsilciliğinden daha çok hukuk dışı müdahaleleri meşrulaştırıcı açıklamalar yapmışlardır.

17.  Bağımsız dış kalite değerlendirme ajanslarının olmayışı, yükseköğretimin, lisans ve yüksek lisans düzeylerinde öğretim, akademik nitelik, araştırma ve öğretim çıktıları gibi alanlarda objektif ölçülere göre değerlendirilmesini sürekli ertelemektedir.

18.  Dünyanın hiçbir yerinde üniversiteler yapılan yönetici atamaları Türkiye’deki kadar tartışma konusu değildir. Türkiye’de öğretim üyeleri, özerkliği kendi idarecilerini seçme olarak algılamışlardır. Üniversiteler, özerklik adına halk tarafından seçilmişlerin tasarruflarını bütünüyle dışlamışlardır. Bu durum, üniversite – iktidar ilişkisinin tamamıyla egemenlik kaygısı üzerine kurulmasına yol açmakta ve üniversite ile seçilmişler arasında ülkenin geleceğine ilişkin stratejik ortaklıklar kurulmasına büyük bir engel teşkil etmektedir. Oysa üniversitelerin özerklik adına kendi kendini yönetmesi şeklinde bir uygulama dünyada yoktur.

19.  Kıta Avrupası ülkelerinde yükseköğretimden sorumlu Eğitim Bakanı, üniversiteler üzerinde etkin bir role sahiptir. İngiltere ve  ABD’de üniversiteler mütevelli heyeti veya yöneticiler kurulu tarafından yönetilmektedir. ABD’de bu heyette kimlerin yer alacağı genellikle seçimle iş başına gelen eyalet valisi tarafından belirlenir. İrlanda, Danimarka ve İngiltere’de rektörü atayan kurulun üyelerinin çoğu dışarıdandır. Avusturya ve Hollanda da ise tamamı dışarıdandır. İsveç’te rektör hükümet tarafından atanır.

20.  Son yıllarda üniversitelerde “yönetim” ve “akademik liderlik” terimleri ön plana çıkmaya başlamıştır. Yönetim, kaynaklar, kadro, mekanlar, stratejik ve operasyonel planlama gibi konulara yoğunlaşırken, akademik liderlik ise kurumsal misyon ve akademik öncelikleri belirleme, takım oluşturma, ilham verme, öğretim, araştırma ve akademik planlamalar yapma, program açma, ders ve ders içeriklerini belirleme sorumluluklarını kapsamaktadır. Günümüzde etkin, verimli ve sonuca odaklı bir yükseköğretim modeli için akademik ve profesyonel liderlik rollerinin önemsenmesi, belirgin şekilde tanımlanması, ayrıştırılması ve belirli ilkeler çerçevesinde “ortak liderlik”  anlayışının geliştirilmesi önerilmektedir (Yielder ve Codling, 2004)

21.  Türkiye’de üniversite özerkliğinin yanlış anlaşılması, üniversitelerin topluma karşı hesap vermez tavrını güçlendirmiş ve üniversite ile toplum arasındaki ilişkilerin gelişmesine engel olmuştur.

22.  Eğitimin bir hizmet mi yoksa bir mal mı olduğu konusundaki tartışmalarda iki uç eğilim ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi eğitimin bir hizmet olduğunu savunurken, diğer grup günümüz koşullarında eğitimin bir mal olarak tanımlanabileceğini bunu satın almak isteyenlerin de bedelini ödemesi gerektiğini savunmaktadır.

23.  Neredeyse bütün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde eğitim, yükseköğretim de dâhil olmak üzere ağırlıklı olarak hala kamu tarafından sunulmaktadır. Bunun temel nedeni, eğitimin sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal sonuçlarının da olmasıdır. Bununla birlikte eğitimin bir mal olarak tanımlanması ve eğitim piyasasının oluşması sonucu, artık özel sektör de bu alana ciddi yatırım yapmaktadır.

24.  Türkiye’de eğitim genellikle bir kamu hizmeti olarak algılanmakta ve sunulmaktadır. Türkiye’de özel eğitim kurumlarının sayısı Batı ülkelerine göre azdır. Bunun sebebi özel üniversitelere izin verilmemesidir. Bu, kar amacı güden kurumların kaliteyi düşüreceği inancı ve eğitim kurumlarını kontrol altında tutma isteğinden kaynaklanmaktadır. 

25.  Önemli bazı alanların özelleştirilmesine yönelik ciddi eleştiriler ve nedenler vardır. Sözgelimi Brown (2000), kamu paralarıyla finanse edilen araştırmaların daha etkili ve verimli olduğunu anlatmak için bir analoji yapmaktadır. ABD gelişmiş ülkeler içinde milli bir sağlık sistemi olmayan tek ülkedir. Sağlık sektörü çoğunlukla özel sektörün elindedir. ABD milli gelirinin %15’ini sağlığa harcamaktadır ve halkın yaklaşık dörtte biri sağlık sigortası sahibi değildir. Öte yandan Kanada’da herkes sigortalıdır ve bu milli gelirin %9’u ile karşılanmaktadır. Dahası Kanada’da kanser teşhisi konan hastalara ABD’de teşhis konanlara göre ortalama 14 ay daha uzun yaşamaktadır.

26.  Üniversite özerkliği, üniversitenin kendini yönetmesiyle ilgilidir ve akademik özgürlüğün güvencesidir. Üniversite özerkliği, bilimsel özerklik, öğretim özerkliği, idari özerklik ve mali özerklik kategorilerini içerir (Albornoz, 1992). Bilimsel özerklik, bilgiyi üretenlerin kendi gündemlerini oluşturup onları izleyebilmeleri, bilgi üretiminde meslektaşlarının dışında başka hiçbir etkinin kabul edilmemesini ifade eder. Öğretim özerkliği, üniversite kurumunun öğretilecek konuyu ve öğretme yöntemini kendi seçmesidir. İdari özerklik, üniversitenin öğrenci seçme, akademik unvan verme, personel alma gibi konularda kendi seçtiği organlar eliyle yönetilme bağımsızlığını ifade eder. Akademik özerklik ise daha çok düşünce özgürlüğünü bağlamında gündeme gelmektedir.

Çözüm Önerileri

1.      Rektörlük seçimleri, öğretim üyeleri arasında kalıcı bölünmelere yol açmakta ve üniversite kurumunu işlemez hale getirmektedir. Üniversitelerdeki mevcut seçim sisteminden vazgeçilmelidir. YÖK’ün yetkilerinin bir kısmı (rektör ve dekanların belirlenmesi, program açılmasına izin verilmesi, program geliştirme vs) üniversitelere ve mütevelli heyetlerine devredilmelidir. Rektör doğrudan mütevelli heyeti tarafından atanmalı ve heyete hesap vermelidir. Üniversitelerdeki her türlü kurulların karar verme yetkileri arttırılmalıdır.

2.      Türkiye’de yükseköğretimin üst yönetiminin, anayasal bir konu olmaktan çıkarılmalı ve yasal düzenlemelere bırakılmalıdır. YÖK yeniden düzenlenerek yükseköğretimde stratejik planlama, kalite güvencesi mekanizmaları oluşturma ve üniversiteler arası eşgüdümden sorumlu bir yapıya getirilmelidir.

3.      Üniversiteler ve programlar arası geçiş imkânları iyileştirilmeli ve üniversite giriş sınavına girmeden program değiştirmenin yolu açılmalıdır.

4.      Öğretme özgürlüğünün önemli olduğu kadar öğrenme özgürlüğü de önemlidir. Bu anlamda yükseköğretimdeki her türlü ideolojik ve siyasi davranışın cezalandırılması uygulamalarından vazgeçilmelidir.

5.      Vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerin toplam öğrenci içindeki oranı % 5’lerden % 20’lere çıkarılmalıdır. Ayrıca kar amaçlı özel üniversite kurulmasının önündeki anayasal engeller kaldırılmalıdır.

6.      Yükseköğretim kurumlarını sürekli olarak dış değerlendirmeye tabi tutacak bağımsız kalite ajansları kurulmalı ve bunların hazırlayacağı raporlar halka sunulmalıdır. Türkiye, 2001 yılında dâhil olduğu Bologna Süreci’nin 2005 yılında yapılan değerlendirmesinde en düşük notu kalite güvencesi alanında almıştır (OECD, 2003).

7.      Üniversitelere ayrıntılı kalemler üzerinden bütçe ayırmak yerine torba bütçe uygulamasına geçilmelidir.

8.      Türkiye’de üniversite önünde bekleyen yüz binlerce öğrenci dikkate alınarak gerek lisans düzeyi gerekse lisansüstü düzeyde kontenjanlar arttırılmalıdır. Türkiye üniversitelerinde başta tıp fakülteleri olmak üzere birçok fakülte kapasitesinin altında öğrenci almaktadır. Dahası Türk üniversitelerinde yapılan özellikle doktora sayısı olması gerekenin çok altındadır, kontenjanlar arttırılmalıdır.  

9.      YÖK, üniversiteler ve iş dünyası arasında “Yükseköğretim – İş Dünyası İşbirliği Forumu” kurulmalı ve bu forum üniversitelere meslek eğitimi konusunda tavsiyelerde bulunmalıdır.

10.  Üniversiteler, iş dünyasının ve toplumun ihtiyaçlarına cevap üretmek için, kısa süreli ve esnek programlar sunmalıdır. Sürekli eğitim merkezleri etkinleştirilmeli ve toplumun geniş bir kesiminin bu merkezlerin hizmetlerinden faydalanması sağlanmalıdır.

11.  Üniversiteler toplumla ilişkilerini geliştirmelidirler. Üniversiteler eğitimsel, sosyal ve sportif tesislerini kamunun azami istifadesine açmalıdırlar.

12.  Sayıları 600’ü aşkın MYO’ların daha etkin bir yönetim ve hizmet için, birleştirilerek nispeten daha büyük 65–85 adet bölgesel kuruma dönüştürülmesi sağlanmalıdır (Mihkail, 2006).  Dahası üniversiteler kendi bölgelerinde iş sektörlerini inceleyecek bir kariyer birimi kurmalıdırlar. Bu birim, mezunları ve bölge ekonomilerini incelemeli ve gerektiğinde program veya içerik değişikliği önermelidir.

13.  Türkiye’de açık öğretimde okuyan öğrencilerin sayısı gelişmiş ülkelere oranla yüksektir. Açık öğretim bundan sonra yükseköğretimde kapasite artırmak için bir alternatif olarak görülmemeli, bunun yerine çalışanlar, yetişkinler, engelliler vb toplumsal kesimlerin yaşam boyu öğrenme faaliyetleri için düşünülmelidir.

14.  Üniversiteler, toplumun bütün kesimlerinin ve bütün kurumların muhtelif etkinliklerini üniversitede yapmalarını teşvik etmeli ve böylece toplumla ilişkilerini güçlendirmelidirler. Teknolojinin hızlı gelişimi, küreselleşme ve piyasanın değişen şartları düşünüldüğünde sürekli eğitim ve hayat boyu öğretim kapsamında üniversitelere düşen rol daha iyi anlaşılacaktır.

15.  Yükseköğretimle ilgili (alanda dünyada yaşanan gelişmeler, üniversite giriş sistemi, finansman, izlenecek stratejiler vb) konular üzerine bilimsel araştırmalar yapacak araştırma merkezleri kurulmalıdır.

16.  Türkiye’nin iddialı üniversiteleri olmalıdır. Bu anlamda Türkiye, kaliteli insan sermayesini artırmak amacıyla yakın bölge ve komşu ülkeler başta olmak üzere çeşitli ülke öğrencileri ve akademisyenleri için cazibe merkezine dönüştürülmelidir.

17.  Tek tip üniversite modelinden vazgeçilerek, bütün üniversitelerin araştırma üniversitesi şeklinde yapılanmasından farklı olarak, üniversitelerin araştırma üniversitesi, öğretim üniversitesi ve uygulamalı araştırma üniversitesi şeklinde ihtisaslaşması sağlanmalıdır.

Fakat ne yazık ki, yukarıda bahsedilen sorunları çözecek, bu sorunlar üzerine yeni düşünceler geliştirecek, projeler üretecek ve üniversite sisteminin geleceğini tasarlayacak kurumlardan yoksunuz. Bazı bireysel çabalar dışında hemen hiçbir şey yapılmamaktadır. Bu görevi yapmakla yükümlü kurumlardan biri olan “Üniversitelerarası Kurul”un mevcut haldeki yapılanma şekli ve çalışma Formatıyla bunu yapabilmesi mümkün gözükmemektedir.

Üniversitelerarası Kurulun mevcut haldeki toplantı Formatı işlevsel değildir. Bu yüzden, bu toplantı Formatı değiştirilerek, yılda iki kez birkaç saatlik görüşmeler yapmak yerine, yılda bir kez üç-beş gün süreli olarak üniversitelerin her türlü sorunlarının konuşulduğu, eğitim alanındaki gelişmelerin tartışıldığı, bildirilerin sunulduğu, tekliflerin görüşüldüğü ve gerekli kararların alındığı bir şura ya da kongreye dönüştürülmelidir. Hatta bu şuranın çalışmalarına isteyen tüm eğitimci, akademisyen ve entelektüellerin katılımına imkân sağlanmalıdır.

Üniversitelerarası kurulun üyeleri üniversitelerdeki Öğretim Üyelerinin doğrudan oyları ile seçilmeli ve zaman zaman kendi üniversitelerinde istişare toplantıları düzenleyerek ortaya çıkan görüşleri kurula taşımalıdırlar. Bu kurul gerektiğinde bir “think thank” kuruluşu gibi çalışarak üniversite sisteminin geleceğini tasarlamalıdır. Bu anlamda YÖK, Üniversitelerarası Kurula bağlı olarak çalışan koordinasyon ve eşgüdümle sınırlı sorumluluğa sahip bir icra organına dönüştürülmelidir.