Gençlerle Hasbihal…
Gençlik hayatın sonunda olmalıydı, ondan ancak o zaman yararlanırdık (T. Beecham).
Sevgili gençler! Hayatınızın en verimli dönemindesiniz, başarmayı düşündüğünüz, hayal ettiğiniz hiçbir şey için geç kalmış sayılmazsınız. Gerekirse her şeye yeniden başlayabilecek yaştasınız. Bu yüzden, öncelikle genç bir insan olarak hayatın anlamı ile ilgili, değer verdiğiniz şeyleri içeren bir hayat felsefesi oluşturun. Bu sizin en büyük zenginliğiniz olacaktır. Sonra da etkin bir hayat planı yapın ve zevkle çalışabileceğiniz, sıkıntılarına göğüs gerebileceğiniz bir meslek seçin ve bu alanda en iyi olmayı hedefleyin. Konfüçyüs’ün dediği gibi “Seveceğiniz bir mesleği seçerseniz, hayatınızda bir gün bile çalışmış olmazsınız”.
Sevgili gençler! Özellikle ülkemizde zaman zaman hayat şartları çok ağırlaşabilmektedir. Bu yüzden, hayatınızı kazanabileceğiniz, en zor dönemlerde bile olsa çalışıp kendinizin ve ailenizin geçimini temin edebileceğiniz bir mesleği mutlaka öğreniniz. Her insan, mutlaka kendisinin ve ailesinin geçimini sağlayacağı bir mesleğe, bir hünere ya da bir yeteneğe sahip olmalıdır. Büyük şair Akif’in dediği gibi;
Kim ki kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası,
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası.
Sevgili gençler! Mesleğini sevmek başarının anahtarı, sevmemek ise başarısızlığın kaynağıdır. Başarılı bir meslek tercihi yapmanın, statüsü yüksek bir meslek eğitimi almakla değil, kendi özelliklerinize en uygun mesleği seçmekle mümkün olacağını unutmayın.
Bu bağlamda hangi mesleği seçerseniz seçin, fakat o alanda en iyi olmaya çalışın. “Dağın tepesinde bir çam olamazsan vadide bir çalı ol; fakat oradaki en iyi çalı sen olmalısın. Çalı olamazsan, bir ot parçası ol, bir yola neşe ol. Bir misk çiçeği olamazsan, bir saz ol; fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın. Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya da mecburuz. Dünyada hepimiz için bir şeyler vardır. Cadde olamazsan, patika ol. Güneş olamazsan, yıldız ol. Sen her neysen onun en iyisi ol” (Sokrates). Buna şunu da eklemek gerekir sanırım. Her zaman kahraman olmanın, her zaman en iyi olmanın bir yolu olmayabilir, fakat her zaman insan olmanın, onurlu, anlamlı ve erdemli bir hayat yaşamanın bir yolu mutlaka vardır.
Sevgili gençler! Erdem, sağduyu, onur, bilgelik, hoşgörü ve nezaket içeren bir kişilik oluşturun. Zira sağlıklı bir kişilik inşası her şeyden önce gelir. Bu dünyada saygın ve dürüst bir kişi olarak tanınmanız, etrafınızda sevgi ve saygı görmeniz ve sorumluluk sahibi bir insan olarak yaşamanız buna bağlı olacaktır. Unutmayın ki, önemli bir sınavı, bir işi, bir fırsatı kaybederseniz çok şey kaybetmiş olabilirsiniz, ancak kişiliğinizi kaybederseniz her şeyinizi kaybetmiş olursunuz. İlim, eğitim, öğretim, bilgi, statü vs önemlidir, fakat bunların hepsi sağlıklı bir kişilikten sonra gelir. Tüm bunlar kişiliği tahkim etmek amacına hizmet ettiği sürece anlamlıdır. Yunus’un dediği gibi;
İlim, ilim bilmektir,
İlim, kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin,
Bu nice okumaktır.
Sevgili gençler! Yaşadığımız topraklar, tarih boyunca onlarca medeniyet, kültür ve inanca ev sahipliği yapmıştır. Anadolu bunların hepsinden renkler taşır ve bu yüzden değişik inançlara, düşüncelere, etnik yapılara ve mezhebi anlayışlara yataklık eder. Tüm bunlar bizim ülkemizin zenginlikleridir. Ülkemizin tabiatının güzelliği ve renkliliği insanına yansımıştır adeta. İşte, ülkemizin bu özellikleri, bu ülke çocuklarının taassuptan, baskıcı ve totaliter eğilimlerden uzak, hoşgörülü, demokratik tavırlı ve biz bilincine sahip insanlar olarak yetiştirilmelerini zorunlu kılmaktadır. Ülkemizin darbelerden, kardeş kavgalarından ve emperyalizmin tuzaklarından beri olması da büyük oranda buna bağlı olacaktır.
Sevgili gençler! “Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz”. Tarihin en büyük medeniyetini kurmuş bir milletin çocukları olduğunuzu unutmayınız. Bu medeniyet, tarihin en şanlı sayfalarını oluşturur. Yakın geçmişte bin yıl süreyle eşya adına, insan adına, hayat ve ölüm adına ne söylenmişse bizim tarafımızdan söylenmiş. Bu medeniyet, komşusu açken kendisi tok yatmayan, komşusu siftah etmeden kendisi ikinci müşteriyi kabul etmeyen insanlar yetiştirmiş bir medeniyettir.
Bu geçmişte ilim için aylarca deve sırtında yolculuk yapan, kitap okurken uyumamak için saçını duvara çivileyen, ilim tahsil ederken devrilen kitaplarının altında can veren âlimler ve bilginler var. Muhasara ettiği şehirden kuşatmayı kaldırma karşılığında el yazması kitapları talep eden komutanlar var. Âlimin atının ayağından kaftanına sıçrayan çamuru şeref kabul eden, kamu işi yaparken ayrı, özel işlerini yaparken ayrı çıralar kullanan yöneticiler var. Bu geçmişi tanımak, sahip çıkmak, varsa hatalardan ders alıp, güçlü yanları daha da geliştirerek yeni bir gelecek tasarlamak hepimizin görevi olmalıdır.
Sevgili gençler! Nasıl ki, gideceği yeri bilmeyen kaptana hiçbir rüzgârın faydası olmazsa, hedeflerini iyi belirleyememiş gerekli şartları yerine getirmemiş bir öğrenciye de hiçbir okulun, hiçbir dershanenin, hiçbir özel dersin faydası olmayacaktır. Bu yüzden önünüze ciddi ve zorlu hedefler koyun, amaçlarınızı basit hedeflerle sınırlamayın. Bilin ki “Dağ ne kadar yüksek olursa olsun onu aşacak bir yol mutlaka vardır.” Bir mühendis, bir doktor, bir subay, bir öğretmen değil, bir Farabi, bir İbni Sina, bir Ali Kuşçu, bir Mimar Sinan, bir Biruni olmayı hedefleyin...
Ve unutmayın ki, bir veciz sözde ifade edildiği üzere “Deha, imkânsızda mümkünü görebilmektir. Gemilerin karada da yürütülebileceğini görmek, Mehmetlerden birini Fatih yapmıştır”. Asla kendinizi küçümsemeyin, hepiniz belirli yetenek, kabiliyet ve potansiyele sahipsiniz. Yeter ki bu potansiyelinizi keşfedin ve geliştirin. Zira bir Afrika atasözünde geçtiği üzere “Açılmamış kanatların uzunluğu bilinmez”.
Gerek geçmişte ve gerekse günümüzde önemli başarılar, keşifler, icatlar, büyük eserler mutlaka çok çalışma sayesinde başarılmıştır. Bu anlamda “Hiçbir başarı tesadüfî değildir”. Edison’un dediği gibi; “Dehanın %10’u zekâdan %90’ı çabadan gelir”. Maalesef, kendisine zorlu hedefler belirleyerek bu hususta ciddi çabalar ortaya koyan insan sayımız nüfusumuzla kıyaslandığında yok denecek kadar azdır. Bilim, sanat, felsefe, estetik, ekonomi vs alanlarda ürettiğimiz şeylerin miktarına bakınca ülkemizin çalışkan nesiller yetiştirilmesine ne kadar çok ihtiyacı olduğu daha iyi anlaşılır. Sorumluluklarını bilen, irade sahibi, yetenekli ve çalışkan nesiller yetiştirmek eğitim sistemimizin en temel hedefi olmalıdır.
“İki günü birbirine eşit olan zarardadır” (Hz. Muhammed). “Doğmakla meşgul olmayan, ölmekle meşguldür” (Cervantes). “Dünyamızda pek çok insan daha tam olarak doğmadan ölmeye başlamaktadır” (Erich Fromm). Hayattaki her şey değişim ve gelişim halindedir. Yaratıcının bize bahşettiği duyusal, fiziksel, zihinsel kapasite ve yeteneklerimizi sonuna kadar geliştirmek yaratılış amacına hizmet eden en önemli çabalarımızdan biri olacaktır.
Avrupalı bir din adamının dediği gibi “Belki de kıyamet günü Allah’ın bize soracağı ilk şey; bu kadar yetenek ve vasıfla donatılan bir insan olarak kendimizi ve yeteneklerimizi ne kadar geliştirdiğimiz konusunda olacaktır”. Tüm bu söz ve tespitler sürekli gelişmenin önemine işaret etmektedir. Dahası, beşikten mezara kadar devam edecek bir gelişim bilinci ve süreci hayata anlam ve derinlik katacaktır.
Sevgili gençler! Kendini geliştirme ve çalışma her şeyden önce güçlü bir irade gerektirir. İrade, sizi başarıya taşıyacak en temel unsurdur. Bu anlamda ilmin kaynağı zeka, çalışmanın dolayısıyla da başarının kaynağı ise iradedir denilebilir. Kısacası, insan zekasıyla öğrenir, fakat iradesiyle çalışır ve başarılı olur. Yani başarılı olmak çalışmaya, çalışmak ise güçlü iradeye bağlıdır.
Bu hususta A. F. Başgil Hoca şöyle demektedir. “İnsan zekası ve bilgisiyle değil, ancak iradesi ile insandır. İrade, sadece insanı hayvandan değil, insanları da birbirinden ayıran ve aralarında üstünlük ve aşağılık farkları yaratan yegane ruhi kuvvettir. Etrafına bak, gördüğün üstün insanlar bunu hep iradelerinin kuvvetine borçludurlar. Tarihte şerefle yer almış ve ün kazanmış şahsiyetlerin hepsi bunu irade silahı ile yapmışlardır. Bu, bir kaidedir ve istisnası yoktur. Basit zekalı, az bilgili, hatta bilgisiz insanlardan başarılı olanlar çok görülür. Fakat zayıf iradeli insanlardan başarılı olmuş ve yükselmiş tek bir misal gösterilemez. Zira başarı, çalışma ve gayretin meyvesidir; çalışma ise iradenin ifadesidir” (Başgil, 2006).
Başgil Hoca, iradenin gücünü ölçmek için bir test de önerir. “Farz et ki, bir öğleüstü yemeğe çıkmışsın. Yemekten sonra çalışmak için kütüphaneye giderken, önünden geçtiğin ve yabancısı olmadığın bir kahvede birkaç arkadaşın hepsi birden seni kendilerine katılmaya çağırıyorlar. İlk anda canın atıyor, adımların gerilemeye başlıyor. Kahvenin şamatalı havası, tavla şakırtısı, gençlerin kahkahaları seni zincirleyip çekiyor… Bu davetle, belki de sende varolan kahve ve tavla alışkanlığının sürükleyici kuvvetine dayanamayarak kütüphaneye gitmekten tamda vazgeçmek üzeresin. Derken beyninde şimşek hızıyla bir muhakeme geçiyor ve ani bir kararla kütüphaneye gitmeliyim deyip yürüyorsun. İşte genç dostum, bu hareketinle sen iyilik ve başarı yolunda aklını ve iradeni kullandın demektir. Telkin ve alışkanlığın otomatik sürükleyişine güçlü iradenle karşı çıktın ve direndin”… (Başgil, 2006).
Kötü alışkanlıklara karşı gençlerin dikkatli olmalarını ve bu tür tekliflere karşı iradelerini kullanmalarını isteyen Başgil Hoca’ ya göre, sigara alışkanlığı ilk sigarayla, alkol alışkanlığı ilk kadehle, yalancılık ilk yalanla, dalkavukluk ilk el etek öpmekle, iradesizlik de ilk zaafla başlar. İlk günah çok kere günahların en büyüğü değildir; fakat ilk adım olması itibariyle en mühimidir. Bu yüzden ilk adımda iyi düşünmek lazımdır.
Başarının ve çalışmanın en önemli düşmanlarının; tembellik, kötü arkadaş ve kötü örnek (kötü kitap, yanlış yönlendiren öğretmen vs) olduğunu, bu yüzden gençlerin bu üç şeyden ısrarla uzak durmaları gerektiğini ifade eden Başgil Hoca, verimli çalışma için ise; bedeni, hissi ve akli olmak üzere üç esaslı şart ileri sürer. Çalışmanın bedeni şartı, sağlık ve sağlamlıktır. Hissi şartı, çalışmayı sevmektir. Akli şartı ise çalışmanın usul ve yöntemini bilmektir. O’na göre eğer bir kişi çok çalışıyor da başarılı olamıyorsa, mutlaka bu şartlardan biri eksik demektir.
Başgil Hoca, metotlu çalışmaya özel önem atfeder ve Batıda metotlu çalışma devrini açan kişi olarak tanıttığı ve övgüler yağdırdığı Descartes’e atıfla; insanlar arasındaki gerilik ve ilerilik farklarının, zannedildiği gibi akıl ve iz’anca farklı olmalarından ziyade metotlu ve rasyonel çalışıp çalışmadıklarından ileri geldiğini ileri sürer ve aynı şeyi milletlere de teşmil ederek, Türklerin geri kalmalarını metotsuzluğa ve rasyonalite noksanlığına bağlar.
Sevgili gençler! Okumak, düşünmek ve yazmak insan zekâsını geliştiren ve keskinleştiren en önemli aktivitelerdir. Bu yüzden, okumaya, düşünmeye ve yazmaya zaman ayırın, konuşma ve hitap yeteneğinizi geliştirin. “İlkokul yıllarında çocuk klasikleriyle, ortaokul yıllarında Türk edebiyatının seçkin eserleriyle, lise yıllarında dünya edebi klasikleriyle, üniversite yıllarında felsefi ve bilimsel eserlerle tanışamamış bir nesil, zihinsel, düşünsel ve hatta ruhsal yönden yeterince gelişemeyecek ve toplumda düşünsel ve felsefi sığlık boy verecektir” (Aktaş, 1997).
Böylesi bir toplumsal Formasyonun sağlıklı gelişmesi ve sağlıklı kararlar verebilmesi mümkün olamayacağı gibi, yalan yanlış propagandalarla manipüle edilmesi de kolay olacaktır. Bunun sonucu ise, konuşulamayan sorunlar, ideolojik kamplaşmalar ve ülke adına kaybolan yıllar olarak ortaya çıkacaktır.
Sevgili gençler! Eleştirel akla ve diyalektik düşünceye gereken önemin verilmediği, yeterli seviyede bilim, sanat, felsefe ve estetik üretilemediği bir vasatta her türlü olgu; din, laiklik, demokrasi, sivil toplum, devlet, özgürlük, eğitim vb. kavram ve olgular yeterince doğru anlaşılamayacak, araçlarla amaçlar birbirine karıştırılacaktır. Hatta bazı kişi ya da kesimler kendi kısmiliğini ülkenin totali haline getirmeye kalkışacaktır. Zira insanlar, kavramları, olguları, eşyayı, hayatı, dini ve dünyayı bilgisi ve kapasitesi oranında anlarlar. Elinde sadece bir maşrapa olan birinin denizden sadece bir maşrapalık su alabilmesi gibi…
Bedevi zihniyetli bir devlet yöneticisi Kuran’ı okur ve ondan katı bir monarşi üretir. Oysa bir Mevlana, bir Yunus, bir M. İkbal, bir A. İzzet Begoviç, bir A. Şeraiti okudukları Kuran’dan tarihin en büyük ve en insani medeniyetini üreteceklerdir. Arının içtiği sudan bal, yılanın ise zehir üretmesi misali… Bu yüzden her türlü olay ve olguya nasıl bir zihinle, nasıl bir mantıkla bakıldığı çok önemlidir. Bu durum, iyi bir zihinsel eğitimin önemine ve önceliğine de işaret etmektedir. Dahası, tarım döneminde bedensel kuvvet, sanayi döneminde ise kol kuvveti ne kadar önemliyse bilgi çağında da zihinsel kuvvet o kadar hatta daha fazlasıyla önemli hale gelmiştir.
Sevgili gençler! Düşünmeye ve yeni fikirler üretmeye önem veriniz. Unutmayın ki dünyayı düşünceler ve düşler değiştirir. “Düş kurmak, yaratıcılık ve özgürlükle hayatı anlamak, değiştirmek ve sürekli kılmaktır. Düş kurmak aşk gibidir, kor olur yakar, kavurur, harekete geçirir, koşturur, derinleştirir, genişletir, olgunlaştırır, temizler, özcesi insanı adam eder…(A. Özcan). Bu yüzden hayal kurmaktan korkmayın, fakat hayallere de kapılmayın. “Gözleriniz yıldızlarda, ayaklarınız yerde olsun” (A. Linchon). “Evrensel düşünün fakat yerel yaşayın” (Lenin). Farklı düşüncelere açık olun, taassuptan kaçının. “Nasıl ki bir midenin tek bir besinden başkasını sindirememesi bir sağlıksızlık işaretiyse, bir beynin de bir düşünceden başkasını kavrayamaması sağlıksızlık işaretidir” (S. Selçuk).
Sevgili gençler! “2500 yıllık düşünce tarihini merak etmeden yaşayan insan günübirlik yaşayan insandır” (Goethe). Bu tespit diğer alanlara da yaygınlaştırılabilir. Bu yüzden, yaptığınız mesleğin düşünsel ve teorik temelleri üzerine kafa yorun. İlgili konudaki tarihi birikimi, tarihte neler yapıldığını, nerede kalındığını, yeniden başlamak gerekirse nereden başlanabileceği konularında fikirler geliştirin. Unutmayın ki, fikriyat olmadan fiiliyat olmaz. Bu güzelim ülke ancak bu sayede bilim tarihi okumadan bilim adamı, düşünce tarihi okumadan düşünür, eğitim tarihi okumadan eğitimci, siyasi tarih okumadan siyasetçi ve sanat tarihi okumadan sanatçı olunan bir ülke olmaktan kurtulacaktır.
Sevgili gençler! İnsanları tenkitten mümkün mertebe kaçının. Tartışmalarda içten ve samimi olun. Amacınız muhatabınızı alt etmek değil, doğrunun ortaya çıkması olsun. Unutmayın ki, iyi niyet ve samimiyet üzerine kurulmayan tartışmaların % 90’ı tarafların kendi görüşlerine daha sıkı bir şekilde sarılmasıyla sonuçlanır. İyi işleri takdir edip, kötü işlerin de iyi yanlarını bulmaya çalışın. Muhatabınızı dinleyin. Dinleme konuşmaktan daha önemlidir.
Kişinin liderlik özelliği konuşmasından ziyade dinlemesinde kendini gösterir. Sözün çoğunu muhatabınıza bırakın. Kendi düşüncelerinizi başkalarına mal etmekten çekinmeyin. İnsanlardan ilgi görmek istiyorsanız onlara ilgi gösterin. Saygı görmek istiyorsanız, saygı gösterin. Nezaket görmek istiyorsanız nezaket gösterin. Karşınızdakine önemli olduğunu hissettirin. Zira çocuk, genç yada yetişkin her insan muhatabı tarafından önemsenmek ister. Üslubunuza dikkat edin, unutmayın ki, insanlar çoğu zaman ne söylediğinizden daha çok nasıl söylediğinize ve kendilerine ne kadar değer verdiğinize dikkat ederler. Bu anlamda belki de “öğrenilmesi gereken ilk dil tatlı dildir” (B. Manço).
Sevgili gençler! “Ahlak; hürmet, hizmet ve fedakârlıktan ibarettir” (N. Topçu). “Kimseyi kendi ölçülerinizle yargılamayın, herkesi kendi ölçüleriyle yargılayın. Ahlaksız sizin yargılarınıza uymayan değildir, ahlaksız kendi yargılarına uymayandır” (A. Altan). Ahlaklı olmak her şeyden önce ilkeli olmak demektir. Ahlakilik, yaptığımız işlerin meşruiyetinin temel şartlarından biri olmalıdır. Anadolu kültürünün yerel değerlerini, İslam kültürünün manevi değerlerini ve insanlık kültürünün evrensel değerlerini kapsayan bir ahlak felsefesi oluşturmak anlamlı ve onurlu bir yaşam için kaçınılmazdır.
Sevgili gençler! Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bu topraklar aynı zamanda diğer iki semavi dinin önemli kutsal mekânlarını da bünyesinde barındırır. Bu coğrafya dinlerle yoğrulmuş ve mayalanmış bir kimliğe sahiptir. Dahası, Anadolu yüzyıllar boyu İslam medeniyetinin merkez ülkesi olmuştur ve İslam ile yoğrulmuştur. İslam, bu topraklar için insanların genel olarak algıladıkları bir dinden çok daha öte bir şeydir. İslam bu toprakların kanıdır, canıdır. Nasıl ki insanlar kansız ve cansız yaşayamazlarsa bu topraklar ve Türkler de İslamsız yaşayamazlar. Bu anlamda, Müslüman olmayan Türklerin varlıklarını devam ettirememeleri manidardır.
İslam bu toprakların en dominant ve en stratejik unsurudur. Bu topraklarda İslam’ı çekip çıkarırsanız geriye kültür, tarih, sanat, estetik ve medeniyet adına pek bir şey kalmayacaktır. İslam, Anadolu binasının ana sütunudur. Bu yüzden, ülkemiz için bu kadar stratejik bir öneme sahip olan İslam’a vurmaya kalkmak, eğer cehaletten kaynaklanmıyorsa bu güzelim ülkeye ihanettir. Yine, İslam’ın bu topraklar için anlam ve önemini sadece dindarların meselesi olarak görmek bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüklerden biridir.
Ülkemizin bu özellikleri dikkate alındığında bu topraklarda yetişen insanların, yine bu topraklara yabancılaşmaması için özelde İslam hakkında genelde de bütün dinler hakkında ciddi bir kültüre ve duyarlılığa sahip olması gerekir. Bu, anlamda gençlerimizin, hoşgörü ve sevgi temeline dayalı, taassuptan uzak, özgürlükçü bir yaklaşımdan beslenen bir dini duyarlılık geliştirmeleri önem arz etmektedir.
Unutmayalım ki, bu topraklar, “Ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana’nın, “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” diyen Yunus Emre’nin ve “Dili, dini, ırkı ne olursa olsun iyiler iyidir” diyen H. Bektaşi Veli’nin yaşadığı, yazdığı ve konuştuğu topraklardır. Bu yüzdendir ki ırkçılık, faşizm, mezhepçilik vs yaklaşımlar maya tutmaz bu topraklarda, hem de her türlü kışkırtma ve provokasyona rağmen…
Ülkemizin yetiştirdiği önemli düşünürlerden biri olan C. Meriç’in dediği gibi “Din, tarihin en hayırlı kurumudur”. Değerli eğitimci, İ. H. Baltacıoğlu’na göre ise, “Din önemli bir sosyal kurumdur. İnsanlar nasıl ki kansız yaşayamazlarsa, dinsiz de yaşayamazlar”. Ancak, nasıl ki, kan damarlarda aktığı sürece işlevsel ve damarın dışına taştığında önemini kaybediyorsa, din de böyledir. Anlaşılması gerekenden farklı bir şekilde algılanan, siyasi istismar konusu edilen, özgürlükçü ve hoşgörü bağlamının dışında algılanan bir dini anlayış, insanlara faydadan çok zarar verecektir.
Elbette ki tarihin en hayırlı kurumu olan din insanları geri bırakmaz, ancak dini gerçek bağlamından koparan yanlış din anlayışları insanları geri bırakabilir. Bundan kurtulmanın yolu ise, dinin doğru anlaşılması ve özgürlükçü bir yaklaşımla yorumlanmasıdır. Bunun için de öncelikle sağlıklı bir din öğretimi gereklidir.
Sevgili gençler! Her milletin tarihinde önemli dönüm noktaları, varlık yokluk meselesi haline gelen önemli olaylar ve önemli kırılma anları vardır. Anadolu tarihi açısından baktığımızda Malazgirt zaferi, Selçuklu Devletinin kuruluşu, Osmanlı Devletinin kuruluşu, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu, gerçekleşmesi durumunda Avrupa Birliğine katılmamız vb olay ve dönüşümler bizim için önemli dönüm noktalarıdır. Çoğu zaman Anadolu insanı bu kırılma noktalarını büyük bir başarıyla gerçekleştirdiği elit uzlaşması ve toplumsal dayanışma yöntemiyle aşmıştır. Osmanlının kuruluşu da, Cumhuriyetin kuruluşu da böyle gerçekleşmiştir.
Tarihimizdeki en önemli elit uzlaşmalarından birinin sonucu olan ve M. K. Atatürk’ün öncülüğünde, M. A. Ersoy, Z. Gökalp ve Y. Akçura gibi farklı dünya görüşlerine sahip kişilerin aktif katılımıyla gerçekleştirilen Cumhuriyet, bu ülke insanı ve bu topraklar için önemli ve tarihi bir kazanımdır. Bir kişi ya da ailenin iradesi yerine, halk iradesinin öne çıkması anlamında cumhuriyete geçiş, tarihi gelişimimiz içerisinde önemli bir sıçramaya karşılık gelmektedir. Bu kazanıma sahip çıkmak, cumhuriyetimizin mevcut sorunlarından sıyrılmasına, oligarşik sarmaldan ve elitçi yaklaşımlardan kurtulmasına ve gerçek bir halk cumhuriyetine dönüşmesine katkı vermek hepimizin görevi olmalıdır.
Sevgili gençler! Ülkemizde demokratik sistemin işletilmesiyle ilgili bazı sorunlar mevcuttur. Bu durum kısmen demokratikleşme sürecinin henüz yeterince olgunlaşmamış olmasından, kısmen de toplumsal özelliklerimizden kaynaklanmaktadır.
Demokrasi Avrupa’da sınıf esasına dayalı bir toplumsal Formasyonda ortaya çıkmış ve iktidarın sınıflar arasında kanlı hesaplaşmalara girişilmeden el değiştirmesinin bir aracı ve mekanizması olmuştur. Oysa bizim ülkemizde ekonomi temelinde şekillenen sınıf esaslı toplumsal Formasyona rastlanmaz. Belki sınıf kabul edebileceğimiz bazı farklı toplumsal kesimler ise kültür, dünya görüşü ve etnisite ekseninde birbirinden ayrılırlar. Bu durum büyük ölçüde Anadolu topraklarının tarih boyunca farklı kültür ve medeniyet havzalarının kavşak noktası olmasından ve bunlardan beslenmesinden kaynaklanır.
Dolayısıyla böyle bir vasatta K. Popper’in ünlü “demokrasi paradoksu” nu aşabilecek tarzda bir demokratik süreç işletmek bazı zorluklar içermekte ve oldukça yüksek bir toplumsal standart gerektirmektedir. Kendi gücümüzle ve iç dinamiklerimizle bu standardı gerçekleştirmekte zorlandığımız için, bu durum sorunlu dönemlerde vasi arayışını gündeme getirmektedir. Fakat bu da başka bir paradoksa yol açmakta ve sürekli vasilere ihtiyaç duyan bir toplumsal yapı bir türlü gelişememektedir. Aşırı korumacı bir ortamda yetişen bir gencin rüştünü ispat edememesi misali… Zira sürekli gözetilen, kollanan ve vesayet edilen bir kişi yada bir toplum yeterince gelişemez.
Belki de kendi haline bırakılması durumunda bazı riskler atlattıktan sonra normal mecrasında akmaya başlayacak bir toplumsal Formasyon, sosyal ve siyasal mühendislik çabalarıyla siyasi ve sosyal olgunluğa erişmekten alıkonulmaktadır. Türkiye bu sarmaldan kurtarılmalıdır. Toplumsal yapıyı doğal devinime terk etmek elbette ki bazı riskler içerir; fakat bizler halkımızın tarih boyunca ortaya koyduğu sağduyu ve birlikte yaşama iradesine güvenmeli ve bu sürecin bilgi temelinde, çağla uyumlu bir şekilde gelişmesine destek vermeliyiz. Hiçbir organizma risk almadan gelişemez; belki de hiç risk almamak, en büyük risktir. Unutmayalım ki, tarih riske girmeyi göze alan kişi ve toplumlar tarafından yapılır. Diğerleri ise, tarihin konusu ve materyali olur.
Yukarıdaki paradoksu aşmanın yolu; ülkemizde özgür ve analitik düşünceye, bireye, sivil toplum düşüncesine, farklılıklarımızla beraber birlikte yaşama anlayışına daha çok önem vermek ve buna altyapı hazırlamaktan geçer. Oysa insanlarımız, ahlaki bir olgunluğa, düşünsel bir derinliğe, entelektüel bir birikime, duygusal bir inceliğe sahip bir birey olmayı başaramadan kendilerini bazı mensubiyetlerin (aşiret, cemaat, örgüt vs) içinde bulmaktadırlar. Kendi kararlarını verebilecek bir birey olamadan aile, cemaat, cemiyet ve toplum olma durumunda, özgür düşünce, üretkenlik ve eleştirinin boy vermesi mümkün olmamaktadır.
Sevgili gençler! Gittikçe küreselleşen ve iletişim imkânlarının hızla arttığı bir dünyada yaşıyoruz; böylesi bir dünya iyi bir yabancı dil öğrenimini neredeyse zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda okuma, yazma, konuşma ve dinlediğini anlama boyutlarıyla iyi bir yabancı dil bilmek, hayattaki etkinliğinizi arttırma konusunda ciddi katkılar sağlayacaktır. Önümüzdeki yıllarda özellikle İngilizce bilmeyen insanların dünya ile iletişim kurma, dünyanın değişik yerlerinde üretilen bilgiye ulaşma ve hatta iş bulma konularında ciddi sıkıntılarla karşılaşacağı açık hale gelmiştir. Ancak, açıktır ki yabancı bir dil öğrenimi, etkin ve yeterli bir ana dil öğrenimi üzerine kurulmalıdır. Çünkü zengin ve gelişmiş bir ana dil olmadan derin düşünme ve bilim üretme mümkün olmayacaktır.
Sevgili gençler! Hayata müdahil olun ve etkin bir kişilik geliştirin. Daima varlığınızla yokluğunuz arasında bir fark olsun. Varlığınız mutlaka insanlar için bir anlam ifade etsin. Bir düşünür, insan olmayı “bir farkında oluş durumu” olarak tanımlar. Hayatın, insanın, eşyanın, Yaratan ve yaratılanın farkında olmak, sevgiyi, hoşgörüyü, acıyı, sabrı, umudu ve umutsuzluğu duyumsamak... Hissetmek, yaşamak, yaşatmak, etkilemek, etkilenmek... O halde, somut projeler üzerinde yoğunlaşın. Amaçlarınızı kolay ve emin şeylerle sınırlandırmak yerine, zorlu ve tutarlı bir çalışmanın, olağanüstü sonuçlar getireceği önemli alanlara odaklanın. Zayıflıkları değil kuvvetli yanları inşa edin. Ve sakın “Bay Ortalama Adam” gibi olmayın. “Bay Ortalama Adam” ın hayat hikâyesi şöyledir (Altalip, 1995).
“1901’ de doğdu, sıradan bir öğrencilik yaşadı. Notları C ile D arasındaydı. 1924 yılında Bayan Alelade ile evlendi. Bir oğlu oldu, adını Ortalama Adam koydular, kızının adı ise Bebek Alelade. 40 yıllık sıradan bir çalışma hayatı oldu ve bir-kaç önemsiz pozisyona getirildi. Asla bir risk almadı. Becerilerini geliştirmemeyi başardı. Kimseyle herhangi bir işe girmedi ya da herhangi bir organizasyona katılmadı. Okuduğu tek kitabın adı; “Katılmamak ve Güvenli Şekilde Oynamanın Hikayesi”. 60 yıl amaçları, planları ve kararları olmadan yaşadı. Mezar taşında şöyle yazılıdır.
“Burada;
Bay Ortalama Adam yatıyor...
1901’de doğdu, 1921’de öldü, 1961’de gömüldü.
Hiçbir şey yapmayı denemedi.
Hayattan pek az şey bekledi.
Onun bedelini hayat ödedi.”
Sevgili gençler! Bilgi üretiminin alabildiğine hızlandığı bir dönemde yaşıyoruz. Eski zamanlarda birkaç yüz yılda ikiye katlanan bilgi birikimi şimdilerde bir yılda hatta daha kısa sürede ikiye katlanmaktadır. Yani her yıl dünya’daki toplam bilgi kendini ikiye katlamaktadır. Bu durum ezberci eğitimi geçersiz kılmıştır. Bunun yerine “öğrenmeyi öğrenme”, “bilgiye giden yolları bilme” gibi yaklaşımlar öne çıkmaya başlamıştır. Bu anlamda, bilgisayar ve internet gibi temel bilgi teknolojilerine yeterli düzeyde hâkim olmak ve bunlardan etkin bir şekilde istifade edebilmek, kitaba, kütüphaneye, sözlüğe ve ansiklopedilere aşina olmak önemli hale gelmiştir.
Günümüzde kamu sektöründe iş bulma imkânı geçmişe nispetle oldukça azalmıştır. Dolayısıyla bundan sonra iş imkânları özel sektör ağırlıklı olacaktır. Özel sektör ise, kimin ne mezunu olduğundan ziyade ne tür yeteneklere ve vasıflara sahip olduğuna bakmaktadır. Yabancı dil bilmek, bilgi teknolojilerine hakimiyet, bilgiye ulaşma ve bilgiyi kullanabilme gücü, gelişmeye açık olmak, sosyal zeka ve iletişim becerisi, ekip çalışmasına yatkınlık, girişimcilik ve inisiyatif kullanma yeteneği bu yetenek ve vasıflardan bazılarıdır. Bu nedenle, bu alanlarda Formasyon sahibi olmak için bulduğunuz tüm imkan ve fırsatları iyi değerlendirerek kendinizi geleceğe hazırlayınız.
Sevgili gençler! Milletlerin geleceği önemli oranda yetenekli ve sorumluluk sahibi gençler yetiştirmelerine bağlıdır. Bu yüzden sizleri bu vizyon ve perspektifle donanmış olarak görmek bu ülke insanı ve geleceği için en büyük teminat ve mutluluk kaynağı olacaktır.
Tüm Hakları Prof.Dr.İbrahim GEZER | Kişisel WEB Sitesi sitesine aittir. Lütfen kaynak göstermeden kullanmayınız. Bu içerik 26.06.2013 00:00:00 tarihinden itibaren 3015 defa okunmuştur.