Eğitimin ABC`si

 

Eğitimin ABC`si

Eğitim, okullarda öğretilen her şey unutulduktan sonra geriye kalan şeydir (Einstein).

Dünyadaki hemen her toplumun toplumsal hafızasında yer etmiş olan meşhur bir hikâye vardır. Anadolu’nun yetiştirdiği evrensel dehalardan biri olan Mevlana da “Divanı Kebir” adlı ünlü eserinde bu hikâyenin kendi dönemindeki bir versiyonu anlatılır.

“Gemi ile seyahat eden ünlü bir dilbilimci, yolda gemici ile sohbet etmektedir. Bir ara dilbilimci gemiciye, “Sen Nahiv (dilbilgisi) bilir misin?” diye sorar; “Hayır” cevabını alınca da, “Ömrünün yarısı boşa gitti” der. Gemicinin kalbi kırılır, kızarır ama susar. Derken fırtına çıkar, gemi bir girdaba yakalanır, girdaptan geminin kurtulamayacağı anlaşılır. Gemici dilbilimciye “Sen yüzme biliyor musun?” diye sorar. Yüzme bilmeyen dilbilimci, yalvaran gözlerle gemiciye bakar ve “Hayır” cevabını verir. Bunun üzerine gemici şöyle der. “Eğer yüzme bilmiyorsan bütün ömrün boşa gitti demektir, çünkü girdaba düşen gemi kurtulamaz”.

Sanırım bir eğitim projesinin temel hedefinin çocukları ve gençleri öncelikle hayata hazırlamak ve olgunlaştırmak olması gerektiğini anlatan en güzel anekdotlardan biridir bu hikâye… Üniversiteden mezun olduğu gün girdiği havuzda boğulan, trafik kurallarını bilmediği için bir kazaya kurban giden, güçlü bir kişilik, irade ve sorumluluk eğitimi almadığı için içki ve uyuşturucu komasında ya da kumar masalarında çıkan kavgalarda kaybettiğimiz gencecik insanlar…

SBS ya da YGS’yi kazansın diye yarışlara koşturduğumuz, bu yüzden de kitap okumaktan, musikiden, resim ve spordan alıkoyduğumuz gençlerin, sınavları kazanan %10 -15’den geriye kalan milyonlarcasının ne olduğu, nereye gittiği, ne iş yaptığı, zamanlarını nasıl değerlendirdikleri, hayatlarını nasıl kazandıkları ve aileleriyle neler yaşadıkları konusunda kimsenin pek bir fikri bulunmamaktadır. Ne de bununla ilgili bir bilimsel araştırma mevcuttur. Bir mesleği, bir hobisi olmayan, sınavlara koşturmak yüzünden yeterince sosyalleşememiş, girişimcilik yeteneği zayıf yüz binlerce genç insan…

Sonuçta, bu ülkede kahvehane ve meyhanelerin çokluğundan, kütüphanelerin ise azlığından bahsedip, hamasi konuşmalar yapıyoruz. Peki, ne yapsın bu gençler. Kahvehane ve kafeler dururken kütüphaneye niye gitsinler… Oyun ve eğlence dururken bir genç insan niye kitap okusun… Açıktır ki, okumak, araştırmak, ciddi projelerin altına girmek, ülke meselelerine kafa yormak, iradeyi nefse, çalışmayı eğlenmeye tercih etmek ciddi bir irade, kişilik ve bilinç eğitimini gerekli kılar. Okuma alışkanlığı edinmiş olmayı, bilginin ve bilmenin bilincine varmış olmayı gerektirir. Varlığı ve varoluşu duyumsamış olmayı ve farkındalığı gerektirir. Peki, eğitim sistemimiz mevcut haliyle bunu sağlayabiliyor mu? Kitle iletişim araçlarımız buna destek veriyor mu? Ya da daha da önemlisi toplumsal kültürümüz bunu özendiriyor mu?

Toplum olarak, yazılı bir gelenekten ziyade sözlü bir geleneğe sahibiz, konuşmayı, tartışmayı ve sohbeti; düşünmeye, okumaya ve yazmaya tercih ediyoruz. Deli olma korkusuyla düşünme melekemizi, başımıza iş açma korkusuyla ise merak duygumuzu körelten bir toplumsal kültüre sahibiz. Bu kültür, bir deliye kırk gün akıllı diyerek akıllı olmasını değil, bir akıllıya kırk gün deli diyerek deli olmasını sağlamanın yolunu gösteriyor. Üniversitede çok çalışanlarımıza ‘inek’ diyor, entelektüel bir çaba ve merak içinde olanlarımıza ‘entel’ ön adlı sıfatlar yakıştırarak alay konusu ediyoruz.

Açıktır ki, böyle bir ortamda ya da bu gibi bir toplumsal Formasyonda öğrenme isteği, merak duygusu, okuma alışkanlığı, ilim sevgisi ve analitik düşünme gibi melekelerin gelişmesi oldukça zor olacaktır. Kültürel kodlarında ve tarihsel uygulamalarında bilgi, bilim, eğitim vs konularda önemli verilere sahip olan bir toplumsal yapının böyle bir noktaya evrilmesi ise ayrıca üzücüdür.

Klasik zamanlarda gençleri kuşatan geleneksel yapı ve büyük aile ortamı onlara yaşam içindeki rollerini, nezaket kurallarını ve toplumsal ilişkileri öğretiyordu. Bazı olumsuz tarafları da olmakla birlikte yine de bu yapı, gençlerin başıboş yetişmelerini ve savrulmalarını önlüyordu. Fakat ailenin küçüldüğü ve toplumun atomize olduğu modern dönemde bu yapı ortadan kaldırıldı ve yerine yeni bir şey de ikame edilemedi. Örneğin, Anadolu topraklarında neredeyse bin yıl süreyle, gençlerin eğitimi, sorumluluk kazanmaları, bir mesleğe yönlendirilmeleri, usta-çırak modeliyle hayata ve geleceğe hazırlanmaları konularında müthiş bir işlev üstlenmiş olan ahilik sisteminin ortadan kalkması ya da kaldırılmasıyla oluşan boşluk bir türlü doldurulamamıştır.

Günümüz şartları çocukların ve gençlerin var olan çevreye bırakılarak kendi hallerine yetişmelerine müsait olmaktan çıkmış durumdadır. Bu anlamda, insan yetiştiren iklimi bozulmuştur dünyanın… Artık çevremizde, çocukları olumsuz etkileyen şeyler, olumlu etkileyen şeylerden daha fazladır. Böyle bir ortamda kendi haline terk edilen bir çocuk ya da gencin nereye varacağı açıktır. Sorumluluk sahibi, kişilikli ve yetenekli gençler yetiştirmek istiyorsak, kesinlikle emek vermeli, zaman ayırmalı, bu iş için kafa yormalı ve ciddi projeler üretmeliyiz. Çocuklarımızı ehliyet ve liyakat sahibi öğretmenlere teslim etmenin yanı sıra, anne baba olarak da üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeliyiz.

Peki, okul, aile ya da toplum olarak eğitimin abc’si sayabileceğimiz temel parametreler üzerine düşünceler üretmeli ve “nasıl bir eğitim” sorusuna cevap aramalıyız. Eğitim ile ilgili aşağıdaki tespitlerin kısmen de olsa bu soruya cevap olacağını düşünüyoruz. 

Düşünce olmadan eylem olmaz” prensibinden ya da “Felsefesi olmayan bir milletin mektebi olmaz” (N. Topçu) yaklaşımından hareketle, bu toprakların ve bu ülke insanının özelliklerine uyumlu olarak üretilmiş güçlü bir felsefeye dayanan bir eğitim...

Hayat başarısını okul başarısına önceleyen, öğrencilerin çok yönlü ve çok boyutlu olarak gelişimini esas alan, milli, demokratik, dayanışmacı ve yurtsever bir eğitim...

Otoriter ve baskıcı anlayıştan uzak, ilişkilerin güven ve biz bilinci üzerine kurulduğu, katılımın, astlara güvenin, ekip çalışmasının, inisiyatif kullanmanın ve öz disiplinin esas alındığı bir yönetim anlayışına dayanan “kurum ya da sistem merkezli değil, insan merkezli” bir eğitim...

Fert ve toplum dengesini kuran, bireyi ve toplumu beraberce önemseyen, yetiştirdiği insana, fert olarak bir ağaç gibi tek ve hür; toplum olarak ise bir orman gibi kardeşçe yaşayabilme bilinci kazandırabilen bir eğitim…

Kişilik sahibi, bilgili, üretken, hoşgörülü, milli ve manevi değerlerimize bağlı, evrensel değerlere açık, ailesine, ülkesine ve insanlığa karşı sorumluluklarının bilincinde fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir nesil yetiştirmeyi başarabilen bir eğitim...

Bu toprakların ve bu topraklarda yaşayan insanların ürettiği anlamlı tüm değerlere sahip çıkan ya da en azından saygı duyan bir yaklaşıma sahip olan, bağımsız düşünebilen, iradesine hâkim, kendi kararlarını kendisi alabilen ve toplumsal kültürün gelişmesine katkı sağlayan insanlar yetiştirmeyi hedefleyen bir eğitim…

Öğrencilere; ne düşüneceklerinden çok, nasıl düşüneceklerini öğreten; bilgi ezberletmekten çok, bilgiye giden yolları gösteren; cevap vermekten çok, soru sorma yetisi kazandıran ve onları çok yönlü ve çok boyutlu olarak geliştiren bir eğitim…

Mezun ettiği öğrencisinin sözlü ve yazılı anlatım yeteneğini geliştiren, onlara okuma alışkanlığı kazandıran, merak duygusunu harekete geçiren ve boş zaman değerlendirme bilinci kazandıran bir eğitim…

Öğrencisine hayat boyu spor yapmanın önemini kavratan, düzenli spor yapma alışkanlığı kazandıran, öğrencisini en azından ömür boyu hobi düzeyinde uğraşacağı bir spor dalında temayüz ettiren bir eğitim… Hobi sahibi olmak, insanlar arası ilişkilerin nitelik açısından oldukça kötüleştiği dünyamızda oldukça önemli bir hale gelmiştir.  Hobisiz bir gençlik, bu ülkenin en önemli problemlerinden biri olarak görülmelidir. 

Müziğin derinlik katıcı ve resim yapmanın üretkenliği arttırıcı özelliklerinden öğrencisini yeterince yararlandırabilen, öğrenciye yaşına uygun bir müzik ve resim kültürü kazandıran, çok yönlü sanatsal etkinliklerle onları estetik açıdan geliştiren bir eğitim… İyi bir müzik kulağına sahip olmak, bir enstrüman çalabilmek, gördüğü ya da düşündüğü şeyleri kağıda dökebilmek gibi yeteneklere sahip olmak çok önemli bir kazanımdır. Rahmetli  İ. H. Baltacıoğlu’nun dediği gibi, böyle giderse “Bu millet kitapsızlıktan değil, duygusuzluktan ölecek!”.

Son olarak; kişi ve olaylardan çok olgular üzerine, ezberlemekten çok keşfetme üzerine, tanımlamaktan çok tanıma üzerine, öğretmekten çok öğrenme üzerine, anlatmaktan çok anlama üzerine, cevap vermekten çok soru sorma üzerine, nasıldan çok niçin üzerine, konuşmaktan çok dinleme üzerine, tüketmekten çok üretme üzerine yoğunlaşan bir eğitim…