Türkiye Bölgenin Merkez Ülkesidir

Türkiye Bölgenin Merkez Ülkesidir

 

Fırat Kalkınma Ajansı Kalkınma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İbrahim GEZER Ülke TV’de gündemi değerlendirmek için katıldığı programda aşağıdaki değerlendirmelerde bulundu.


 Türkiye artık soğuk savaş döneminin “kanat ülkesi” ya da çok dillendirildiği gibi sadece Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir “köprü ülke” değildir. Türkiye tarihi, coğrafyası ve Ortaasya’dan Ortadoğu’ya, Balkanlardan Afrika’ya uzanan hinterlandıyla bir merkez ülkedir. Hal böyle olunca Türkiye’nin başta Kobani olmak üzere bölgede yaşanan olaylara karşı kayıtsız kalması beklenemez. 

Dahası bahsi geçen topraklar Irak, Suriye, Filistin ve daha birçok bölgesiyle daha düne kadar tarafımızdan yönetilen, vali atadığımız, dedelerimizin memurluk yaptığı, ninelerimizin memur eşi olarak çile doldurduğu topraklardır.
Dolayısıyla bu olaylar karşısında, tarafsız ya da kayıtsız kalmamız mümkün değildir. Bu yönüyle gerek Peşmerge’nin geçişine izin verilmesi, gerekse ÖSO’nun bölgeye askeri güç sevk etmesine destek olunması önemli ve olumlu gelişmelerdir. Önümüzdeki günlerde hem bölgeye gönderilen peşmerge sayısında hem de ÖSO güçlerinde önemli artışlar beklenebilir.

Hiç Kimse Bölgeyi Kendisi Açısından Dikensiz Gül Bahçesine Dönüştürmeye Kalkışmamalı

Gerek PYD ile Özgür Suriye Ordusu arasındaki ilişkiler gerekse kendi ülkemizde HDP ile Hüda Par arasındaki ilişkiler dikkate alındığında hiç kimse bölgenin çoğulcu yapısını değiştirmeye kalkışmamalı ve bölgeyi kendisi için dikensiz gül bahçesine dönüştürme hayallerine kapılmamalıdır. Bölge, Türkiye’de dâhil bütün İslam coğrafyasında olduğu gibi çoğulcu bir yapıya sahiptir ve bu yapısı korunmalıdır. Zira PYD’nin ÖSO güçlerinin Kobani’ye girişine sıcak bakmaması, HDP’nin ise Hüda Par’a karşı tutumu bu arayışı akla getirmektedir. 
PYD’nin Esad’a karşı yeterli bir tavır almaması ve Özgür Suriye ordusuyla işbirliği yapma konusunda ayak sürümesi Kobani ve bölge halkına çok pahalıya mal olmuştur. Hatta son anda gelen destek ve yardımlar olmasaydı belki de Kobani çoktan düşmüş olacaktı.
Ayrışmalar Sadece Küresel Baronların İşine Yarar  

Hem Irak hem de Suriye bölünme riskiyle karşı karşıyadır. Hatta Irakta fiili olarak bu gerçekleşmiş görünmektedir. Oysa bizler medeniyet olarak farklılıklarımızı zenginliğe dönüştürme ve farklılıklarımıza rağmen bir arada yaşama hususunda engin bir tecrübeye sahibiz. Hatta ürettiğimiz en önemli değerin bu olduğu bile söylenebilir. Maalesef bugünün sorunlarının çokluğu, dünkü tecrübemizin zenginliğine yakışmıyor.

 

  Oysa dünyaya çoğulculuğu biz öğrettik. Amerika çoğulculuğu daha 20-30 yıldır sindirmeye çalışıyor. 1960’lı yılların başına kadar siyahlar otobüslerin ön taraflarında seyahat edemiyorlardı. Bazı restoran ve sosyal tesislere giremiyorlardı.  Çoğulculuk batı için çok yeni bir şeyken biz bunu yüzyıllardır uyguluyorduk. Biz medeniyet olarak bütün insanları “ya Müslümanlıkta kardeş ya insanlıkta eş bilmişiz”. Dolayısıyla bu tür bölünmeler hiç kimseye fayda getirmeyecektir. Doğru olan, ümmetin çıkarına olan, Türkiye’nin çıkarına olan, Kürt halkının çıkarına olan, bölge halklarının çıkarına olan parçalanmaktan kaçınarak bir ve beraber yol almaktır.
Bölgede herkesin kendisine şu soruyu sorması gerekiyor: “Irak’ın ya da Suriye’nin 3’e bölünmesi hangi aklın ürünüdür, kimin projesidir ya da kimin ihtiyacıdır? Herkes bilmelidir ki bu coğrafyada ortaya çıkacak bölünme ve parçalanmalar küresel baronlar ve petrol peşinde koşanlardan başka kimsenin işine yaramayacaktır. Yine bilmemiz lazım ki başkalarının aklıyla oluşturulacak şartlar bizden çok başkalarına hizmet edecektir.
Çözüm Süreci Çok Önemli Bir Fırsat ve Kazanımdır
Çözüm süreci, Türkiye’nin uzun zamandır yakaladığı en önemli fırsat ve kazanımdır. Sanırım başta halkımız olmak üzere herkes bunun farkındadır. Çözüm sürecinin arkasında ciddi bir kamuoyu desteği var. Bütün bu sıkıntılara rağmen süreç devam edecek ve bir şekilde nihayete erdirilecektir. Kolay olmayacağı açıktır. Kimse bunun kolay olacağını beklememelidir. 
Olumsuz bazı gelişmelere karşın ümitlerimizi artıracak gelişmeler de var. Örneğin taraflar çözüm sürecinin sürdürülmesi gerektiği konusunda kesin irade beyan ettiler. Hükümet, taviz vermeksizin çözüm sürecini devam ettireceğini defaten ilan etti. Abdullah Öcalan kendini ziyaret edenlere sürecin hükümetle birlikte yürütülmesi gerektiğini tavsiye etti. Selahattin Demirtaş Kobani eylemlerinin çözüm sürecine karşı bir operasyona dönüştüğünü ve bunda istihbarat örgütlerinin rol aldığını söyledi. Yine HDP çevreleri sokağa çıkın çağrısı yapmanın yanlışlığını kabul ettiler. Bingöl’de iki polisimizin şehit edildiği olay ile Karlıova’da yaşanan olayı kınadılar. 
Diğer taraftan kamu düzeni ile çözüm sürecini birbirlerinin alternatifi olarak görmemek lazımdır. Elbette ki kamu düzeni sağlanmalıdır. Kamu düzenini sağlamaksızın bir süreç yürütmeniz, konuşmanız ve tartışmanız mümkün olmaz. Bunlar birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısıdır. Yani hem kamu düzeni sağlanmalı hem de çözüm süreci devam ettirilmelidir...
Bütün tarafların çözüm sürecine halel getirecek hareketlerden kaçınmaları gerekir. Hele hele yapılan gösteri ve eylemlerde yol kesmeler, cam çerçeve indirmeler vs asla kabul edilemez, bunlardan kaçınılmalıdır. Bu tür süreçler zor süreçlerdir, herkesin fedakârlık göstermesi lazımdır. Gösterilen fedakârlıklar taviz olarak algılanmamalıdır. İfade edildiği gibi çoğu zaman “Barış yapmak, savaş yapmaktan daha zordur”. Hükümetin attığı adımlar şartlar gereği dönem dönem yavaşlasa bile bunu fırsat bilip yol kesme, vergi toplama, adam kaçırma vb yöntemleri kullanarak bölgede hâkimiyet kurma çabalarından vazgeçilmelidir.
 90’lı Yıllara Dönme Riski

Bölgede HDP ile Hüda Par arasında cereyan eden olaylar ülke açısından ciddi riskler taşımaktadır. Bu kesimlerin karşı karşıya getirilmesi çabaları var. Bölgede farklı gizli servislerin faaliyetlerinden bahsediliyor. Tarafların iradesi dışında bazı provokasyonlar gündeme gelebilir. Bu anlamda önümüzdeki iki üç hafta çok kritik. Herkesin duyarlı olması ve uyanık davranması lazım.

 

 

 
Sivil İnisiyatif Harekete Geçmelidir
Bu süreçte üçüncü sektör dediğimiz sivil toplum örgütlerine önemli görevler düşmektedir. Sivil toplum ve toplumsal aktörler süreçle ilgili inisiyatif almalıdır. Bölgede daha önce aralarında çatışma yaşanmış taraflar baş başa bırakılmamalıdır. Bölgede başlayabilecek muhtemel çatışmaların ülkeyi, karanlık güçlerin ve şer odaklarının cirit attığı, binlerce insanın faili meçhule kurban gittiği 90’lı yıllara döndürme riski taşıyacağı unutulmamalıdır.
Bu anlamda akil insanların tekrar inisiyatif almaları ve kendi aralarında bir “izleme kurulu” oluşturarak sürece müdahil olmaları önemlidir. Benzer şekilde ülkemizin bu sorunu çözmesini isteyen; barıştan yana; Türk – Kürt kardeşliğinden yana; adalet, özgürlük, ahlak ve onurdan yana bütün kişi ve kesimler çözüm ve barış lehine sürece müdahil olmalıdırlar.
Bu anlamda özellikle bölgedeki sivil toplum kuruluşları önemli oranda insifiyatif almaya başladılar. Geçtiğimiz günlerde örneğin Malatya’da 150’ye yakın sivil toplum kuruluşu bir araya gelerek çözüm süreci konusunda ciddi bir iradenin ortaya konulması gerektiği konusunda tavır ortaya koydular. Bu çabalar artırılmalıdır. 
Türkiye Bir Periferi Ülkesi Değil
Türkiye kıyıda köşede kalmış bir periferi ülkesi değildir. Türkiye, bölgesel bir güç olma, küresel bir aktör olma, muasır medeniyetler düzeyinin üzerine çıkma, dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olma gibi ciddi hedefleri olan bir ülkedir. O halde Türkiye bölgede yaşanan olaylar karşısında bu vizyona uygun bir pozisyon almalıdır. Türkiye’nin bölgesel ve küresel hedeflerini gerçekleştirmesi önemli oranda kendi iç sorunlarını adaletli bir şekilde çözebilmesine bağlıdır.
 Türkiye bölgesel bir güç, küresel bir aktör olmak istiyorsa bu sorunları çözmek zorundadır. Türkiye, adalet ve anlam arayışına yeni bir ivme kazandırmak istiyorsa bu sorunları çözmek zorundadır. Millet olarak tarihsel yürüyüşümüze kaldığımız yerden tekrar devam etmek istiyorsak beraberce bu sorunları çözmek zorundayız. Çünkü: içerde bu sorunlar devam ediyorken; dışarıya söyleyecek bir sözümüz olmayacaktır. Türkiye’nin bölgesine, İslam dünyasına ve küresel dünyaya söyleyecek bir sözünün ya da yanlış gidişata dur diyecek bir gücünün olması her şeyden daha çok çözüm sürecinin başarısına ve nihayete erdirilmesine bağlıdır. Yeni Türkiye’nin yolu da buradan geçecektir. Bu süreç tamamlanmadan, Yeni Türkiye süreci tamamlanmayacaktır. 
Devletin Bölgedeki Networku Yeterli Değil

Bu sorunun daha çok kan dökülmeden, yeni kardeş kavgalarına yol açmadan suhuletle çözülebilmesi için devletin bölgede her toplumsal kesime, her sivil toplum kuruluşuna ulaşması ve iletişime geçmesi gerekir. Hatta her insanımızın yüreğine dokunması ve sürece katması gerekir. Mevcut durumda bu iletişim yeterli düzeyde değildir. Sadece birkaç sivil toplum kuruluşu, birkaç vakıf ve dernek, birkaç parti ya da örgütle diyalog kurmak ve iletişime geçmek böylesi bir süreç için yeterli değildir. Bölgede hatta ülkedeki bütün sivil toplum kuruluşlarını, bütün aktörleri hatta bütün insanlarımızı sürece katacak bir network oluşturulması gerekiyor.

Ülkemizin tarih boyunca önemli sorunları ve önemli kırılma noktalarını hep elit uzlaşmasıyla, toplumsal dayanışmayla aştığı dikkate alınarak hepimize çok pahalıya mal olan bu sorunun çözümünde de solcu ve sağcısıyla, Türk ve Kürdü ile Alevi ve Sünnisi ile İktidar ve Muhalefeti ile bir elit uzlaşması gündeme alınmalıdır. Bu sürecin en önemli avantaj ve dinamiğinin sürece verilen kamuoyu desteği olduğu dikkate alınarak bu destek bir fırsata dönüştürülmelidir. Herkes sürecin devamı ve başarısı için elinden geleni yapmalı ve 6-7 Ekimde ortaya çıkan puslu hava bir an önce dağıtılmalıdır.
Diğer taraftan hükümet çözüm süreciyle ilgili anlamlı duruşunun yanı sıra demokratik açılımlara, yapısal dönüşümlere de devam etmeli ve Yeni Anayasayı tekrar gündeme almalıdır. Zira çözüm süreci de dâhil bunların tamamı birbirini tamamlayan unsurlardır.