Eğitimde Yeni Bir Sapma

 

Eğitimde Yeni Bir Sapma

Meslek sevgisi başarının temeli, mesleğini sevmemek ise başarısızlığın kaynağıdır
İşsizliğin ulaştığı boyutlar, meslek seçimini anlamsız hale getirmiştir (Sorokin).

Gülistan ve Bostan adlı meşhur eserlerin müellifi Sadi Şirazi (13. yy), herkesin bir meslek sahibi olmasını tavsiye eder ve sanatı her zaman işe yarayacak altın bir bilezik olarak görür. S. Şirazi, “Sanatı ve mesleği olan bir eskici nereye giderse gitsin zahmet çekmez, fakat bunlardan mahrum olan bir hükümdar ülkesi dışında aç kalır” diyerek bir meslek ve sanat sahibi olmanın önemine işaret eder.

Milli şairimiz merhum Akif ise “Kim ki kazanmazsa şu dünyada bir ekmek parası; dostunun yüz karası, düşmanının maskarası”diyerek herkesin en azından ailesinin geçimini sağlayacak bir hüner ya da mesleğe sahip olması gerektiğini vurgular.

Türkiye’nin öğretim sistemi ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim olmak üzere üç kademeye ayrılmıştır. Ayrıca, ilköğretimden önce okul öncesi eğitim (anaokulu), yükseköğretimden sonra ise lisan üstü öğretim kademeleri vardır. Eğitim - Öğretim sistemimiz içerik bakımından ise Akademik Eğitim ve Mesleki Eğitim olmak üzere iki kısma ayrılır.

Akademik Eğitim/Öğretim, belirli bir mesleğe ağırlık vermeden, tüm mesleklere ve hayatın tüm alanlarına yönelik olarak gerekli temel bilgi ve becerileri öğrencilere kazandıran ve onları zihin, ruh ve beden olarak daha üst eğitim öğretim ortamlarına hazırlayan bir eğitim-öğretim şeklidir.

Mesleki ve Teknik Eğitim ise belirli bir meslek alanında yoğunlaştırılmış bir programla, öğrenciye o mesleğin incelik ve özelliklerini öğreten ve öğrenciyi o alanda bir meslek sahibi yapmayı hedefleyen bir eğitim öğretim şeklidir.

Her iki eğitim öğretim şeklinin de günümüz şartlarında gerekli olduğu ve eğitim sistemleri içinde yer alması gerektiği hususu dünya çapında kabul görmektedir. Ancak bunun yanı sıra, çocuğun hangi yaştan itibaren meslek eğitimine yönlendirileceği, hangi mesleklerin hangi düzeyde ve ne kadar süreli bir eğitim gerektireceği, akademik ve meslek eğitimine yönlendirilecek çocukların nasıl belirleneceği ya da buna kimin karar vereceği vb konularda yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. 

Bugün mesleki ve teknik eğitim veren öğretim kurumları; öğrenci seçme yöntemi, eğitim – öğretimin niteliği, okul – sanayi işbirliği, istihdam, yapılanma ve organizasyon sorunları vb birçok sorunla karşı karşıyadır.

Birkaç yıl öncesine kadar Meslek Yüksekokullarına ÖSS sınavıyla öğrenci alınmakta ve normal liselerle meslek liseleri arasında üniversiteye yerleştirmede farklı katsayı uygulaması yapılmamaktaydı. Söz konusu uygulamada meslek lisesi öğrencilerinin yanı sıra normal lise öğrencileri de Meslek Yüksekokullarına girebilmekteydi. İlgili sistem, fakülte ve yüksekokullara gidemeyen öğrenciler içindeki en başarılı öğrencileri Meslek Yüksekokullarına çekme gibi önemli bir avantaja sahipti. Fakat daha sonra başlatılan farklı katsayı uygulaması meslek liselerinde, buna bağlı olarak gündeme gelen “Sınavsız Geçiş” projesi ise MYO’larda meslek eğitiminde ciddi olumsuzluklara yol açtı. Zira her iki uygulamada ihtiyaçtan kaynaklanmaktan ziyade farklı sebep ve süreçlerin sonucu olarak ortaya çıkmıştı.

Farklı katsayı uygulamasının başlamasıyla birlikte, velilerin büyük çoğunluğu, çocuklarını ileride bir fakülte kazanır beklentisiyle ortaokuldaki başarı durumuna, yetenek ve eğilimine bakmaksızın normal liselere göndermeye başladılar. Son birkaç yıldır meslek liselerini ağırlıklı olarak, normal liselerde başarı şansı kalmayan, hatta başarısızlıktan dolayı okuldan atılan öğrenciler tercih etmektedirler. Bu durum ise hem meslek liselerinde ve hem de ilgili öğrencilerin direkt geçiş yaptıkları meslek yüksekokullarındaki eğitim standardını ciddi bir şekilde olumsuz etkilemiştir. Bir zamanlar sınavla öğrenci alan meslek liseleri öğrenci bulamama ve birçok bölümünü kapatma noktasına gelmişlerdir.

Önceki sistemde, öğrencilerin en başarılı kesimi fakülte ve yüksekokullara giderken, geriye kalan öğrencilerin en başarılıları ise Meslek Yüksekokullarına yönelmekteydi. Farklı katsayı uygulamasıyla birlikte adeta, en başarılı öğrenciler fakültelere, en başarısız öğrenciler meslek yüksekokullarına gitmekte bu iki grubun arasında kalan %70-80’lik bir öğrenci grubu ise üniversiteye devam şansı bulamamaktadır. Önceki sistemde, fakültelere girme şansı bulamayan öğrenciler meslek yüksekokullarına giderken şimdi ise adeta normal liselere devam şansı bulamayan öğrenciler meslek liseleri yoluyla meslek yüksekokullarına gelmektedirler.

Kısaca bu sistem, bir fakülte kazanamamış öğrencilerin en başarılılarını üniversite dışında tutarken, normal şartlarda üniversite okumaları oldukça zor olan ve birçoğu da eski mezun olan on binlerce öğrenciye üniversite kapılarını açmıştır. Ayrıca, bu sistem meslek liselerine olan talebi azaltarak, bir yandan meslek liselerindeki altyapının atıl kalmasına yol açmış diğer taraftan da normal liselerin aşırı yüklenmesine ve kalitenin düşmesine sebep olmuştur. Dolayısıyla bu uygulama sadece mesleki eğitimi değil, normal lise eğitimini de olumsuz etkilemiştir. Dahası, üniversiteye gidemeyen diğer taraftan bir meslek sahibi olamayan yüz binlerce lise mezununun varlığı yeni sosyal problemlere yol açacaktır. 

Meslek Liseleri ve Meslek Yüksekokullarındaki son yıllarda kendini yoğun bir şekilde hissettiren eğitim-öğretimin kalitesi ile ilgili tartışmalar da büyük oranda yukarıda bahsettiğimiz sorundan kaynaklanmaktadır. Yaklaşık on yıl süreyle uygulanan farklı katsayı uygulaması Türkiye mesleki ve teknik eğitim sistemini adeta felç ettikten sonra 2009 yazında YÖK tarafından alınan bir kararla uygulamadan kaldırılmıştır. 

“Sınavsız Geçiş” projesinin uygulamaya konulmasıyla birlikte meslek yüksekokulları her isteyenin gidebileceği bir eğitim kurumu olarak algılanmaya başlanmıştır. Buna, son yıllarda ülkemizin yaşadığı ekonomik krizler yüzünden iş bulma imkânlarının daralması gibi sebeplerin de eklenmesi, bu eğitim kurumlarında okuyan öğrencilerde ve ailelerinde negatif motivasyona sebep olmuştur.

MYO Öğrencilerinin büyük çoğunluğu bir Meslek Yüksekokulunda okuyor olmayı yeterli bulmamakta ve sürekli bir arayış içerisinde bulunmaktadır. Gerçi bunun en temel sebebi bu okulların iki yıllık olmasının getirdiği kendini üniversiteli olarak görmeme psikolojisidir. Her ne kadar haklı gerekçelere dayanmasa da birçok öğrencide böyle bir psikolojinin varlığı dikkat çekmektedir. Bu sorun, Meslek Yüksekokullarıyla ilgili yukarıda bahsedilen sorunların çözülmesi ve bu kurumların öğrenciler açısından daha cazip hale getirilmesiyle aşılabilir. Hatta orta vadede bu okulların 4 yıllık olarak planlanması bile düşünülmelidir.  

Türkiye’de bunlar tartışılırken dünyanın gelişmiş ülkelerinde meslek eğitimine yönelik paradigma boyutunda değişimlerin ve tartışmaların yaşandığına şahit oluyoruz. Bu değişim ve tartışmalardan bazıları ile ülkemizde yapılması gerekenler konusunda bazı öneriler aşağıya alınmıştır.

1.       Öğrencilerin erken yaşlarda katı bir şekilde belli mesleklere yönlendirildiği uygulamalar dünyada hızla terk edilmektedir. Zira artık çocukları 13–14 yaşlarında henüz yeterince olgunlaşmadan yapmış oldukları bir tercihe mahkûm etmek anlamsız bulunmaktadır. Bunun yerine öğrenciler akademik liselerde çok yönlü ve çok boyutlu bir eğitim programına tabi tutulmakta ve ayrıca seçmeli derslerle birçok mesleğin temelleri öğretilmektedir.

2.       Özellikle bilgi çağına geçişini önemli oranda tamamlamış gelişmiş ülkelerde işgücü gereksiniminin beden ve kol gücünden ziyade beyin gücüne kaydığı dikkate alınarak meslek eğitimi ortaöğretim düzeyinden ön lisans ya da lisans düzeyine kaydırılmıştır. Mesela ABD, İngiltere ve İrlanda gibi ülkelerin orta öğretim sisteminde meslek lisesi bulunmamakta ve lise öncesi yönlendirme yapılmamaktadır (Gür, 2009).  Meslek eğitimi kıta Avrupa’sında ve başka birçok yerde hala ağırlıklı olarak orta öğretimde verilirken, ABD ve İngiltere’de bu eğitim yükseköğretim düzeyine kaydırılmış durumdadır.

3.       Eğitimin öncelikli ve temel amacı işgücü yetiştirmek değildir. Sanayi kuruluşlarının işgücü ihtiyacı öncelikle kendi sorunlarıdır ve ihtiyaç duydukları işgücünün temini için kaynak ve altyapı hazırlamalıdırlar. Eğitimin esas amacı, sadece ve sadece insanı özgürleştirmek, zihinsel, duygusal, bedensel ve entelektüel açıdan geliştirmek, kendini keşfetmek yolunda ona olabildiğince çok seçenek ve imkân sunmaktır. İsteyen sanayi kuruluşu çok yönlü ve çok boyutlu olarak yetişmiş bu kitle içinde ihtiyaç duyduğu kadar insanı alarak ilgili alanda eğitim vermeli ve istihdam etmelidir. Bu anlamda çocuklara ve gençlere verilen eğitimin içeriğini iş dünyasının talepleri odaklı belirlemekten vazgeçilmelidir.

4.       İş dünyasının çıkarları düşünüldüğünde bu taleplerde bulunmaları normaldir. Ancak ülkede yaşayan her çocuk ve gencin sağlıklı, özgür düşünen ve tam gelişmiş bir insan olarak yetişmesinden sorumlu olan milli eğitim sistemi daha farklı düşünmelidir.

5.       Günümüzde başta Almanya, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerde uygulanan çocukları daha 9–10 yaşlarında yani 4–5. sınıfta bir meslek seçmeye zorlayan yaklaşım özellikle sanayi toplumu şartları için düşünülmüş bir yaklaşımdır. Ancak günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Bu yaklaşımda ısrar eden ülkeler hem eğitim başarısı hem de ekonomik açıdan gerilemeye devam etmektedirler.

6.       Diğer taraftan bu yaklaşım öğrencilerin, sanayi kuruluşlarının çıkarları adına manipüle edilmesine ve sömürülmesine yol açmaktadır. Yetenek ve potansiyellerini keşfetmelerine fırsat verilmeden daha çocuk yaşta hiçbir bedel ödemeye yanaşmayan iş dünyasının talep ve istekleri doğrultusunda talime (eğitime değil) tabi tutulan öğrencilerin bu hali, boyu uzamasın diye sürekli budama işlemine tabi tutulan Japon bonzai ağaçlarının durumunu andırmaktadır. Uzun süre uygulanması halinde uygulandığı her yerde bir tür kast sisteminin doğmasına ve efendi köle ilişkisinin gelişmesine yol açacak olan feodalite kalıntısı bu yaklaşım bir an önce terk edilmelidir. “Meslek Lisesi meselesi, memleket meselesidir” tartışmalarına bir de bu gözle bakılmalıdır.  

7.       Türkiye’de zaman zaman bu yaklaşımdan etkilenmekle birlikte son zamanlarda yapılan bir düzenleme ile bir alana ya da bir mesleğe yönlendirme yaşı 14-15 yaşa yani lise birinci sınıf sonuna çekilmiştir. Oysa yapılan araştırmalar meslek seçimi için bu yaşın da çok erken olduğunu göstermektedir. Çocuklara ve gençlere kafasını kullanmayı öğretmeden ellerini kullanmayı öğretmek eğitimde bir sapmadır. Yapılan araştırmalar bireylerin sağlıklı bir meslek seçimi yapabilmek için 18-20 yaşlarında olması gerektiğini ifade etmektedir (Super, 1970; Ginzberg, 1972)

8.       Birçok ülkede uygulanan ve küçük bir azınlığa akademik eğitim verip diğerlerini çok küçük yaşlarda fabrikalara yönlendiren ve bu çocukları akademik ve entelektüel açısından geri bırakan uygulamanın faturası özellikle bazı Avrupa ülkelerine, neredeyse okuma yazma bilmeyen, temel zihni melekelerden yoksun milyonlarca çocuk ve genç olarak geri dönmektedir. Oysa çocukları küçük yaşlarda farklı kategorilere ayırmaktan vazgeçen ve yönlendirmeyi mümkün mertebe daha geç yaşlarda ve esnek yöntemlerle gerçekleştiren ülkelerin hem eğitim seviyesi hem de ekonomik büyüme açısından önemli ilerlemeler kaydettiğine şahit oluyoruz.  Finlandiya, İsveç, Norveç ve G. Kore bu ülkeler grubuna girmektedir.

9.       Yukarıda bahsedilen gelişmeler çerçevesinde ülkemizdeki tüm liselerin aynı statüye kavuşturulması, orta vadede meslek liselerinin kapatılması ya da akademik liselere dönüştürülmesi konusu gündeme alınmalıdır. Ülkemizdeki en temel ihtiyaçlardan biri hızla gelişen, değişen ve dönüşen bir ülke olarak özellikle iletişim becerisi ve sosyal zekâ açısından gelişmiş, analitik ve eleştirel düşünebilen, girişimcilik yeteneği açısından bir gençlik yetiştirilmesidir. Bu ise ancak gelişmiş ve iyi yapılanmış bir akademik eğitimle mümkün olabilir. Bunun sağlanması ülkenin, önce sosyokültürel sonra ise sosyoekonomik gelişmesini tetikleyecektir. Bu demokrasinin ve özgürlüklerin gelişimi açısından da önemlidir.

10.   Türkiye’de değişik tarihlerde yapılan araştırmalarla iş sektörlerinin meslek eğitiminde sorunlu gördükleri alanlar belirlenmektedir. Bu çalışmalarda sorunlu görülen alanlardan en çok dikkat çekenler sosyal ve iletişim becerisi, ekip halinde çalışma yeteneği, inisiyatif kullanma, sürekli gelişim, yabancı dil, temel esas beceriler, yönetim becerileri, bilişim teknolojileri becerileri,  ticaret ve satış becerisi vb eksikliklerdir. Tüm bunlar öncelikle zihinsel gelişimle ve dolayısıyla akademik eğitimle ilgili alanlardır. Bu durum, yukarıda bahsedilen yaklaşımı desteklemektedir.

11.   Eskiden işi fiilen yapmak istihdam için yeterliydi. Ancak günümüzde istihdam edilebilme becerileri oldukça değişmiştir. Mesela, iş aramayı bilmeyen, iş organizasyonu yapamayan, sosyal ilişkilerinde başarılı olamayan kimseler çok iyi meslek bilgisine sahip olsalar da istihdam imkânı bulamamaktadırlar. Dolayısıyla meslek okullarında okuyan öğrenciler akademik gelişim açısından sürekli desteklenmelidir.

12.   Türkiye’de çalışan işgücü arasında meslek eğitimi veren ortaöğretim ve yükseköğretim kurum kökenli olanların oranı %22’dir. Bu durum, iş dünyasının meslek eğitimi almış kimseler yerine akademik eğitim almış kimseleri tercih ettiklerini göstermektedir.

13.   Türkiye’de orta vadede meslek liseleri kapatılarak tüm liseler muadil akademik liselere dönüştürülmeli ve meslek eğitimi ön lisans ve lisans düzeyine çekilmelidir. Liseyi bitirdikten sonra isteyen herkesin meslek eğitimi alabilmesi için fakülte ve MYO’ların yanı sıra özel sektörün de bu alana girmesi sağlanmalıdır. Özellikle mevcut durumda sayıları 3–4 bini bulan üniversite hazırlık dershaneleri kolaylıkla bu alana kaydırılabilirler. Bu kursların öğrenci ücretleri devlet, işveren ve öğrencinin ortak katkılarıyla karşılanabilir. Bu sistemde devletin meslek eğitimine yaptığı harcama çok daha azalacaktır. Meslek liselerinin akademik liselere dönüştürülmesi halinde meslek lisesi öğretmenleri, MYO’larda, akademik liselerde (seçmeli meslek dersleri için) ya da özel kurslarda değerlendirilmelidir.

14.   Güçlü ve zengin bir akademik (normal) liseden mezun olan gençler zihinsel kapasite ve entelektüel birikim açısından daha donanımlı olacakları için bazı istisnalar hariç çoğu mesleği kısa sayılabilecek bir sürede öğrenebileceklerdir. Kaldı ki bilgi çağı mesleklerinin çoğu iletişim becerisi ve sosyal zekâ açısından gelişmiş olmayı zorunlu kılmaktadır. Dahası bu gençlerin hepsi ömür boyu asgari ücretle çalışmaya mahkûm olmayacak ve birey olarak gelişmiş oldukları için bunlar arasında çok sayıda girişimci çıkacaktır. Böylece olası kast sisteminin de önüne geçilmiş olacak ve eğitim en önemli sosyal mobilizasyon aracı olma misyonunu devam ettirecektir.  

15.   Büyük sanayi kuruluşları ve hizmet sektörü firmaları ihtiyaç duydukları iş gücünü temin etmek ve eğitmek için eğitim merkezleri kurmaya teşvik edilmelidir. Bu uygulama ülkemizde mesleki ve teknik eğitimin arz odaklı olmasını da sağlayacaktır. Ayrıca bu yolla, ilgili alanda çalışıp çalışmayacağı belli olmayan kimselere boş yere çok daha pahalı olan meslek eğitimi verilmek zorunda kalınmayacaktır.

16.   Dünyanın hiçbir yerinde iş dünyası bizde olduğu kadar devlete “adeta adrese teslim” işgücü siparişinde bulunamaz. Bunun yerine işçi eğitimi için eğitim merkezi kurar, kaynak ayırır ve ihtiyaç duyduğu iş gücünü yetiştirir. Maalesef bizde iş dünyası genel itibariyle hala işçi eğitimine kaynak ayırmadan, teknoloji geliştirmeden, ar-ge çalışması yapmadan, ihracata yönelmeden, çalıştıracağı işçinin eğitimini bile devletten bekleyerek para kazanma eğilimini devam ettirmektedir. Bu yaklaşımdan vazgeçilmelidir. 

17.   Bu konuda uygulanacak yeni model için tarihimize ve dünyanın gelişmiş ülkelerine bakmak yeterli olacaktır. Osmanlı devletinde bugünkü anlamda mesleki ve teknik eğitim veren resmi eğitim kurumları yoktu. Toplumun bu ihtiyacını Ahi Teşkilatı ve sonraları ise Loncalar yerine getirmekteydi. Yani işverenlerin kendi aralarında kurdukları örgütler. Günümüzün ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde de benzer uygulamalar yaygındır. Bu ülkelerdeki firmalar işçi eğitimine devasa kaynaklar ayırmaktadırlar. Dahası bu ülkelerin eğitim sistemlerinde lise düzeyinde meslek okulları bulunmamaktadır. Bu dorum, bu ülkelerin eğitim sistemlerinin kendini özellikle ilk ve orta öğretim düzeyinde iş dünyasının talep ve isteklerinden ziyade, öğrencilerin çok yönlü olarak gelişmesine ve yeteneklerini keşfetmelerine adamış olmalarından kaynaklanır ki doğru olan da budur. Oysa aynı ülkelerde ön lisans ve lisans düzeyindeki eğitim-öğretim tamamen piyasa odaklıdır.    

18.   Türkiye, meslek liselerine yönelik uygulanan MEGEP ve meslek yüksekokullarına yönelik uygulanan İKMEP projelerinde olduğu gibi merkezden ders, içerik ve müfredat belirleme yaklaşımından vazgeçmelidir. Aşırı merkeziyetçi bu yaklaşım bilgi çağında sürdürülebilir bir yaklaşım değildir. Bunun yerine bu işler kamu ya da özel meslek eğitim merkezlerine bırakılarak, iş dünyası yeterlikleri belirlemeli ve akredite kuruluşlar vasıtasıyla bu yeterlikleri sertifikalandırmalıdır. Bunun için 2006 yılı sonunda kurulan Mesleki Yeterlikler Kurumu bir an önce kurulum sürecini tamamlamalı, akredite kuruluşlarını belirlemeli ve çalışmalarını hızlandırmalıdır. Bu süreç meslek eğitimini rekabete açacak, hangi okul ya da kurs mezunu olursa olsun, hatta ister alaylı ister mektepli olsun, yeterlikleri sağlayan herkesin sertifika alarak meslek hayatına atılmasını sağlayacaktır.

19.   Sayıları 700’ü aşan MYO’larının isimleri “Meslek Akademisi” olarak değiştirilmeli ve daha etkin bir yönetim ve eğitim için birleştirilerek nispeten daha büyük 50–100 adet bölgesel düzeyde mesleki eğitim merkezine dönüştürülmelidir.

20.   Ülkemizdeki sanayiye dayalı mevcut teknoloji seviyesinin düşüklüğü ve gelişmiş dünyanın sanayi çağından bilgi çağına geçişi dikkate alındığında MYO’lar sanayiye dayalı meslek okulları olmak yerine, akademik lise mezunlarına hitap eden ve onların bilgi çağına hazırlanması için, bilgi okuryazarlığı, pazarlama, iletişim, girişimcilik, sosyal bilimler, yabancı dil vs alanlarda onlara Formasyon kazandırmayı amaçlayan yani üçüncü dalga ekonomiye hitap eden akademik okullara dönüştürülmelidir.

21.   Özel sektörün yeterli oranda meslek eğitimine girmesi ve meslek eğitimi almayı bekleyen yüz binlerce gencimize yeterli alternatifler sağlandıktan sonra MYO’lar “Meslek Akademisi ya da Teknoloji Fakülteleri” adıyla dört yıla çıkarılmalıdırlar.  Bu anlamda yaygın eğitim kurumları, özel kurslar vs “meslek insanı” yetiştirmeye odaklanırken, MYO’lar yeniden yapılandırılarak daha uzun süreli ve daha nitelikli bir programla piyasada iş arayan mezun değil, piyasaya iş üreten girişimci mezun yetiştirmeye odaklanmalıdırlar. Zira bu ülkede belki de her şeyden çok iş üretecek insanlara ihtiyaç var.

22.   Sanayi çağının temel uğraşı olan “nesne” üretiminden, bilgi çağının temel uğraşı olan “hizmet ve yazılım” üretimine yönelmek toplumsal saygınlıkları dibe vurmuş MYO’ları yeniden yükselişe geçirecektir. Böyle bir yaklaşımla, ülke olarak, gelişmiş ülkelerin gelişmemiş ülkelere terk ettiği birkaç ağır sanayi alanıyla uğraşmaktan kurtularak, tarım ve sanayiden sonra üçüncü dalga olarak ortaya çıkan ve merkezinde bilginin ve iyi yetişmiş insanın olduğu yeni dönem ekonomiye daha kolay uyum sağlayabiliriz. 

23.   Türkiye’deki istihdamın %16’sının üniversiteli, %33’ünün liseli, %51’i ilköğretim mezunu olduğu dikkate alındığında, öncelikli ihtiyacın sanayide çalışacak meslek insanı yetiştirmek değil, yetişecek üst düzey eğitimli meslek insanını istihdam edecek iş, teknolojiyi ve sanayiyi geliştirecek girişimci bireyler yetiştirmek olduğu daha açık görülecektir.

24.   Mevcut durumda uygulanan, meslek lisesi mezunlarının, meslek yüksek okullarına direkt geçişini öngören uygulamadan vazgeçilmelidir. Zira meslek liselerindeki dört yıllık bir lise öğretimi hemen her mesleğin öğrenilmesi için yeterli bir süredir. Bu öğrencileri tekrar ve üstelik genel liseden gelen öğrencilerle birlikte yeniden iki yıllık bir öğretime tabii tutmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu yüzden, Meslek Yüksekokulları fakülte kazanamamış genel lise mezunları için düşünülmeli, meslek lisesi mezunları direkt piyasaya yönlendirilmeli ya da başarılı olanları meslek içerikli fakültelere gitmelidirler.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; meslek liselerinin kapatıldığı ya da akademik liselere dönüştürüldüğü, meslek eğitiminin ön lisans ve lisans düzeyine kaydırıldığı, meslek eğitimi verme işinin üniversitelere, özel sektöre ve iş dünyasına bırakıldığı, meslek yüksek okullarının sayısının azaltılarak bölgesel boyutta, dört yıllık olarak ve meslek akademisi şeklinde yapılandırıldığı, aşırı merkeziyetçi yaklaşımlardan vazgeçilerek mesleki yeterliklerin MYK (mesleki yeterlikler kurumu) tarafından belirlendiği ve gerisinin eğitim kurumlarına bırakılarak rekabet ortamının sağlandığı, çocukların ve gençlerin sosyal zekâ ve iletişim yeteneği açısından gelişiminin daha çok önemsendiği bir Türkiye, şimdikinden daha özgür, daha demokratik, insan kaynakları açısından daha gelişmiş, daha büyük bir ekonomiye sahip ve bilgi çağına daha çok uyum sağlamış bir Türkiye olacaktır.