Eğitimde Alternatif Arayışlar

 

Eğitimde Alternatif Arayışları

Okul artışı, silah artışı kadar tehlikelidir (I. Illıch).

Okullar, devletin köle yetiştirmek için kurduğu kurumlardır (K. Baker).

Dünya bilinen son 5000 yıllık tarihinin yaklaşık 4500 yılını imparatorluklar çağı olarak yaşamıştır. Bu emperyal gelenek, yapısı gereği her türlü çeşitliliğe (ırk, dil, din) açık olduğundan iktidarlar eğitimi kontrol altına alma gereği duymamışlar ve öğretim kurumları çoğu zaman, bilinenin aksine yıllarca özgür, özerk ve bağımsız olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Özellikle bizim medeniyetimiz açısından bu daha çok böyledir. Karahanlıların Buğrahan, Selçukluların Nizamiye, Osmanlıların Fatih ve Süleymaniye medreseleri dönemlerinin en önemli eğitim kurumları olarak vakıflara bağlı çalışan özerk kuruluşlar olmuştur.

Fakat Fransız devrimiyle birlikte başlayan uluslaşma (tek ulus yaratma) süreci eğitimi devletleştirmiştir. Dünya birkaç imparatorluktan birkaç yüz ulus devlete savrulmuş her topluluk bir ulus yaratma hevesine kapılmıştır. Bu amacı gerçekleştirmeyi düşünenler, kullanabilecekleri bir vasıta olarak eğitimden çok şeyler bekliyorlardı. Hatta tek ulus yaratma eğilimi çoğu yerde, saf ırk ya da tek tip insan yaratma amacına dönüşmüştür. Eğitim artık devletin işidir. Devletin belirlediği müfredat, yazdırdığı ders kitapları, öğretmen yetiştirme programları ve mecburi eğitim söz konusudur artık.

Modern dönem, sanayi dönemi ya da ulus devletler dönemi diye adlandırılabilecek bu dönem yaklaşık yüz yıl sürmüştür. Dünyanın yakın geçmişini oluşturan bu dönem özellikle özgürlük ve eğitim ilişkileri açısından en çok eleştirilen dönem olmuştur.

Osmanlıda da, Tanzimat’a, II. Mahmut’a kadar eğitim ve sağlık gibi alanlar devletin asli fonksiyonlarından biri değildir. Devletin asli fonksiyonları savunma ve adalet gibi birkaç alanla sınırlı tutulmuştur. Hem eğitim hem de sağlık önemli oranda sivil alanın yani vakıf ve derneklerin kontrolüne terkedilmiştir. Ancak Tanzimatla birlikte merkeziyetçi bir devlet yönetimi tesis edilmiş ve böylece eğitim de dünyadaki uygulamalara paralel olarak devletin asli fonksiyonlarından biri haline getirilmiştir.

Yukarıda söz konusu edilen dönem boyunca dünyanın birçok yerinde eğitim bir toplumsal mühendislik aracı olarak kullanılmış ve hala da kullanılmaya devam etmektedir. Birçok yerde iktidarlar topluma istediği Formatı kazandırmak, iktidarlarının devamını sağlamak, istemediği toplumsal kesimler ya da diğer milletler hakkında toplumda istedikleri kanaatleri oluşturmak amacıyla eğitimi ve eğitim kurumlarını manipüle etmişlerdir. Hatta son yüzyılda dünyada yaşanan büyük savaşlar, yabancı düşmanlığı, faşizm, etnik temizlik girişimleri ve ideolojik kamplaşmalarda bu eğitim yaklaşımının büyük bir paya sahip olduğu söylenebilir.

Fakat devletin eğitim üzerinde tam kontrolünü esas alan, insanların bireysel özelliklerini ve farklılıklarını göz ardı eden ve devlet gibi düşünmeyen herkesi ötekileştirmeye ayarlı bu yaklaşımın toplumların ve dünyanın yararına olmadığının anlaşılması çok sürmedi. Özellikle, eğitimde özgürlükçü yaklaşımlara önem veren, bireysel özellik ve farklılıkları dikkate alan, kısaca insan merkezli yaklaşımları esas alan ülkelerin kısa zamanda kayda değer şekilde olumlu bir değişim içine girmeleri herkesi bu konuda yeniden düşünmeye zorlamıştır.

Tabii ki sanayi dönemi toplumsal sistem ve eğitim anlayışlarının değişmeye başlamasında özellikle mikro elektronik ve dijital teknoloji alanında ortaya konan gelişme ve yenilikler de etkili olmuştur. Bilgi teknolojileri olarak ifade edilen yeni teknolojilerle bilgi, ses ve görüntülerin her hangi bir sınırlandırma olmaksızın bir yerden başka yerlere, ulusal sınırlara takılmadan iletilebilme imkânı, sanayi toplumunun tercihlerine göre oluşmuş toplumsal yapıları ve kurumları ciddi şekilde dönüşüme zorlamıştır. Bu durum, sanayi çağının teknolojisi olan mekanik teknolojiye dayalı ilişkileri, anlayışları, kurumları ve olguları, özetle sanayi toplumunun paradigmasını topyekûn değişime zorlamıştır.

Artık ne tarımsal toplumun feodal yapısı, ne sanayi döneminin ulusa dayalı örgütlenmeleri söz konusudur artık; bunlar yerlerini büyük ölçüde bilgiye dayalı, bilgi iletişim teknolojilerinin yönlendirdiği yeni bir toplumsal yapıya terk etmektedir.

Türkiye, uzun bir süre bundan kaçmaya çalışmış hatta bu sürece direnmeye kalkışmış, fakat kendisinin tarımdan sanayiye geçmeye çalışırken, gelişmiş dünyanın sanayi çağından bilgi çağına geçtiğini, dahası neredeyse bu süreci tamamlamak üzere olduğunu görünce durumunu yeniden gözden geçirerek bilgi toplumuna geçme çalışmalarına hız vermiştir.

Toplumsal paradigmasını yaşadığı çağın gereklerine göre ayarlayamayan, bu meselenin bir zorunluluk olduğunu anlayamayarak sanki sıradan bir tercih meselesiymiş gibi gören toplumların dünyanın gerisine düşmekten kurtulamayacakları anlaşılmıştır artık.

Bugün eğitim sistemimizin önündeki en temel sorun, kısmen tarım, daha çok ise sanayi toplumu için ortaya konan eğitim hedeflerinin bilgi çağını dikkate alarak yenilenmesi sorunudur. Okuryazar nüfusu arttırmak üzerine kurulu bir sistem olan mevcut sistem, bu işlevini önemli oranda yerine getirmiştir ve artık günümüz toplumunun gerektirdiği üretken ve girişimci insanları yetiştirecek şekilde yeniden Formatlanması gerekmektedir.

Bu anlamda ülkemizde son yıllarda eğitim müfredatlarının yeniden düzenlenmesi, eğitim sistemimizin bilgi çağına uyumlu hale getirilmesi konusunda olumlu bir adım olmuştur. Ancak bu sürecin toplumsal felsefemizle uyumlu olarak gerçekleştirilmesi önem arz etmektedir.

“Bilgi toplumunun doğuşunun ve bilgi teknolojilerindeki gelişmelerin farkına varan ülkeler sürekli olarak geleceğin eğitim anlayışı ve okul sistemleri üzerinde fikir, plan ve senaryolar üretmektedirler. Teknolojik gelişmelere paralel olarak eğitim kurumlarının, programların, yöntemlerin, öğretmen, öğrenci, veli ve toplumsal ilişkilerinin bundan etkilenmesi kaçınılmazdır. 21. yüzyılda okulun nasıl bir şekil alacağı da tartışılmaktadır. Okul denilen yapıların bütünüyle ortadan kalkacağını söyleyenlerin yanı sıra, buraların birer kültür merkezi haline geleceğini söyleyenler de vardır” (Gürol, 2002).

Okulsuz Toplum Kuramı (Ivan Illıch)

Toplumun okulsuzlaştırılma ihtiyacını açıkça ortaya koymayan bir siyasal programın gerçekte devrimci olamayacağını; devletin eğitimle ilgili herhangi bir yasa yapma hakkına sahip olmaması gerektiğini; Formel eğitimin, insanların hayal güçlerini sınırlandırdığını; okullarda uygulanan müfredatın ticari bir mala, okulun, bu malın pazarlandığı bir pazara, öğretmenlerin ise bu malı pazarlaya çalışan mümessillere dönüştüğünü iddia eden Ivan Illıch, Okulsuz Toplum (Deschooling society) adlı çalışmasında, okulun kaldırılmasını ve okulsuz bir toplumun kurulmasını savunur. Bu düşüncelerini temelde şu ilkelere dayandırır.

1.      Değerlerin kurumsallaştırılması, kaçınılmaz olarak fiziksel kirlenme, toplumsal kutuplaşma ve ruhsal yetersizliğe yol açmaktadır. Bunlar tüm dünyayı saran bir aşağılanma ve çağdaş bir yoksulluk sürecinin üç boyutudur.

2.      Okul artışı silah artışı kadar tehlikelidir. Zira okul, zorunlu olarak toplumsal kutuplaşmaya yol açmaktadır ve ayrıca dünya uluslarını, uluslar arası bir sıralamaya tabi tutmaktadır. Günümüzde yalnız eğitim değil, toplumsal gerçeğin kendisi de okullu olmuştur.

3.      Okul sayesinde ne öğrenim bir adım ilerleyebilir ne de eşitlik; zira eğitimciler öğretimi paketler halinde belgelendirmekte ve bir toplumsal sıradüzeni benimsetmeye çalışmakta ısrarlıdırlar. Oysa çoğu insan bilgi ve becerilerinin pek çoğunu okul dışında öğrenirler.

4.      Günümüzde okullar, kendilerine ayrılan eğitim ödeneklerinin çoğunu hazıra konmuşçasına yiyip bitirmektedirler. Para, emek ve zaman boşa gitmektedir. Zira eğitim dünyadan, dünya eğitimden kopmaktadır. Okullar öğrenciden çok öğretmenlere hizmet eder hale gelmiştir. Üstelik aydınlanma artık okuldan kovulmuştur.

5.      “Özgür bir toplum, çağdaş okulla kurulur” savı açmazdadır; çünkü günümüz okullarında öğretmen, yargıç, ideolog ve doktorun tüm işlevlerini kendi şahsında toplamıştır. Bu tutum toplumun temel biçimini saptırır. Ayrıca, böyle bir öğretmen kişinin yaşama bakış açısını da etkiler ve belirler. Bu durum kişinin, özgürce seçme, yaşama ve karar verme hakkını kısıtlar.

6.      Okul genç insanları öyle bir dünyaya sokar ki, orada her şey ölçülebilir. İnsanın hayalleri, idealleri ve hatta kendileri bile... Bu yaklaşım doğru değildir. Çünkü kişisel gelişme ölçülebilir bir şey değildir.

7.      Okul, bir ticari merkez haline gelmiştir. Herkesten eğitim vergisi alınır. Ayrıca insanlarda eğitim açlığı yaratarak hem okul süresini gereksiz yere uzatır, hem de maliyeti artırır. Sonuçta içeriksizleştirilmiş bir okul ve eğitim sürecinde “Ömür biter, okul bitmez” sarmalı içerisinde insanı hem kendine ve hem de topluma yabancılaştırır.

8.      Günümüzde, artık okul ve okuma, öğrenme için araç olmaktan çıkıp, amaç haline gelmiştir. Çünkü her türlü mevki, kazanç, ün, şöhret vb. gidilen okulla ve alınan eğitimle belirlenmeye başlanmıştır. Oysa okul, boş bir kamu kuruluşudur. Bugün okul, yalnızca kendine para yatıranlara hizmet eder hale gelmiştir, insanları yetiştirme sorumluluğundan uzaktır ve onları ruhsal bir intihara sevk etmektedir.

Illich, tüm bu nedenlerden dolayı okul denilen kurumların kaldırılarak onun yerine “Öğretim Ağları” denilen bir yaygın eğitim sisteminin geliştirilmesi gerektiğini ileri sürer. Bu sistem, kurumsallaşmayı ve kadrolu öğretmenler bulundurmayı içermez. Bunun yerine, bilgi ve beceri öğrenmek isteyenlerle, bunları öğretebileceklerin özgürce ve isteklice bir araya gelebilmelerini sağlayan bir sistemi öngörür. Öğrenciler müfredata uymak zorunda değildirler. Diploma ve benzeri belgeler göz önüne alınarak öğrenciler gruplandırılmamalıdır. İyi bir eğitim programı, özgür konuşma, özgür toplantı ve özgür basını gerçekleştirmek için modern teknolojiden alabildiğine yararlanmalıdır.

Yeni eğitim kurumları, hedef ve davranışları başlangıç noktası olarak almamalıdır. İyi bir eğitim sisteminde öğrenci istediği araç, gereç ve ortamları bulabilmelidir. Bunlar, kütüphaneler, laboratuarlar, iş yerleri, bürolar, fabrikalar, hava alanları, çiftlikler vb. olabilir. Ayrıca, okulsuz eğitimde, radyo, televizyon, video vb. çağdaş teknolojik araçlar da tüm etkinliklerde devreye sokulmalıdır (Illich, 1985).

Anarşist Bilgi Kuramı (Paul Karl Feyerabend, D. 1924)

Avusturya asıllı ABD’li bir filozof olan Feyerabend’e göre, günümüzdeki okul sistemi öğrencilerin hayal güçlerini, köreltmekte ve eleştirel düşünmelerini engellemektedir. Öğretmenler önder olarak tanıtılmakta ve bu yüzden öğrenciler bu tür öğretmenler karşısında kapasitelerini tam olarak ortaya koyamamaktadırlar. Oysa eğitim temelde bazı kuram ve efsaneleri öğretmekle yükümlüdür. Eğitim, öğrencilerin hayal dünyasını zenginleştirmeli, eleştirel düşünmelerini teşvik etmeli ve farklı üretim becerilerini geliştirmelidir (Feyerabend, 1991).

Feyerabend, bilimsel gelişmelerin, ancak eskilerin yadsınmasıyla sağlanabileceğini ileri sürmüş, bu bağlamda “anarşist” olarak nitelediği bir bilgi kuramı ve metodoloji geliştirmiştir. Karl Popper’in, “yanlışlanabilirliği” bilimselliğin ölçütlerinden biri olarak alan görüşünden de etkilenerek, bilime karşı göreceli bir tutumu benimsemiş ve açıkladığı olguyu değişmez ve evrensel kabul eden tümdengelim (tümelden tikele-bütünden parçaya) yönteminin geçersizliğini göstermeye çalışmıştır.

Özgür Okul Kuramı ( A. S. Neil)

A. S. Neil, 1921 yılında karısıyla birlikte, Londra’ya 150 km uzaklıkta Summerhill adında bir okul kurmuş ve kendine ait “serbest okul kuramını” bu okulda uygulamaya koymuştur. Neil, Rausseau’nun “Çocuk doğuştan iyidir. Onu kötü yapan toplumdur” görüşünden hareket eder. Ayrıca, Pestalozzi ve Frobel’in uygulamalarından yararlanır.

1.      Ona göre eğitimde otorite, disiplin ve ceza olmamalı tersine özerklik, tam demokrasi ve özyönetim olmalıdır. Yani özgür, demokratik ve kararların öğrenciler tarafından alındığı bir ortam... Ona göre çocuk böyle bir ortamda yetiştirilirse ancak yeteneğinin doruğuna çıkabilir. 

2.      Okuldaki tüm kararlar öğrencilerin kendi aralarında seçtikleri bir kurulca alınıp uygulanmalıdır. Her alanda özyönetim esastır.

3.      Öğretmen, sadece rehberlik eden, çocuğu dövmeyen, aşağılamayan, azarlamayan, tersine onu yüreklendiren, motive eden daha iyi öğrenebilmesi için imkân ve fırsatlar hazırlayan sevgi dolu biri olmalıdır.  

4.      Çocuklar okulda ve evde otoriter bir ortamda yetiştikleri için mutsuz, saldırgan ve şiddet eğilimli olmaktadırlar. Bu yüzden özgür ortam çok önemlidir. Bu özgür ortam ise oyunla sağlanabilir. O halde eğitim ortamında oyuna daha çok yer verilmelidir. Çünkü çocuk oyunla daha kolay öğrenir.

5.      Çocuk tüm yönleriyle tanınmalı, potansiyeli, yeteneği, eğilimleri ortaya çıkarılmalı ve ona uygun olarak yönlendirilmelidir. 

6.      Derslere devam zorunluluğu olmamalı, öğrenci derse girip girmemekte serbest bırakılmalıdır. Fakat derse girdiğinde dersin kurallarına uymalıdır. Eğer uymazsa ona uygulanacak yaptırıma yine çocuklarca oluşturulacak bir kurul karar vermelidir.

Neil, bu ilkelere göre kurup yönettiği yatılı okul uygulamasıyla, “özgür, sorumlu ve sevgi dolu” bir eğitimin kişiye pek çok istendik davranışlar kazandırdığını ispatlamıştır. Neil, Türkçe’ye de çevrilen Summerhill adlı eserinde eğitim hakkındaki düşüncelerini bu okuldaki uygulamalarını ayrıntılı olarak ortaya koymuştur (Şişman, 1999).   

Zorunlu Eğitime Hayır (Katherine Baker)

Baker, okula karşı çıkar ve okulu cezaevine benzetir. Baker, kızını okula göndermemiş ve bunun nedenlerini “Zorunlu Eğitime Hayır” adlı bir kitap yazarak açıklamıştır. Ona göre; okullar öğrencilere mevcut kültürü aktarmakla öğrencilerin otoriteye itaatini içselleştirmektedir. Okullar, devletin köle yetiştirmek için kurduğu kurumlardır. Baker, Illich’in görüşlerine katılmakta ve okulların verdiği diploma ve sertifika gibi belgelere karşı çıkmaktadır. Ona göre okul çocukların gözetim altında tutulduğu yer olarak hizmet vermelidir. Yine, okullar çocuğun önüne hedefler koymamalı, tersine çocukluğunu tümüyle yaşayabilecekleri kurumlara dönüştürülmelidirler (Baker, 1991).

Özgür Eğitim (Joel Spring)

Spring, kurumsal eğitimi özellikle “özgürlük” kavramı etrafında değerlendirmiş ve bu bakımdan ciddi bir eleştiriye tabi tutmuştur. Ona göre; okullar, plan, düzen gibi kavramlar etrafında şekillenmekte ve süreç içinde toplumu bir makine, insanları da bu makinenin birer parçası haline getirmektedir. Oysa eğitimin temel amacı bireysel özerkliğin ve özgürlüğün arttırılması olmalıdır (Spring, 1997).

Sonuç     

Gerek yukarıdaki yaklaşımlar ve gerekse diğer bazı eğitimci ve düşünürlerin yaklaşımları dikkate alındığında geleneksel eğitim anlayışına yöneltilen eleştiriler aşağıdaki gibi sıralanabilir.

1.      Özgürlüğü kısıtlayarak, körü körüne itaati ve sıradanlığı içselleştirmek,

2.      Özgür ve bağımsız düşünen insan yerine iyi, uysal ve edilgen vatandaşı hedef almak,

3.      Öğrencinin önüne erken yaşta hedefler koyarak, çocukluğunu yaşamasını engellemek,

4.      Devletin, dini kurumların, ailenin ve okulun beklentilerini çocuğa öncelemek.

5.      Yetenekleri ortaya çıkartamamak, hatta varolan yetenekleri de köreltmek,

6.      Hayattan ve uygulamadan kopuk olmak,

7.      Okulu araç olmaktan çıkarıp amaç haline dönüştürmek,

8.      Okul başarısını hayat başarısına öncelemek,

9.      Öğrenci yerine öğretmen, kurum ya da sistem merkezli olmak,

10.  Nitelikten ziyade niceliği esas almak,

11.  Aşırı yüklü müfredata sahip olmak,

12.  Hayal gücü, eleştirel düşünce ve üretkenliği öldürmek,

13.  Disiplin, itaat ve cezaya dayalı olmak,

14.  Toplumsal çıkar uğruna, bireyi ihmal etmek,

Bu sakınca ve olumsuzlukların ortadan kaldırılması için ileri sürülen çözüm önerileri ve alternatifler ise, okulun tamamen ortadan kaldırılmasını isteyenlerin görüşlerini dışarıda tutarak aşağıdaki gibi sıralanabilir.

1.      Eğitim, öğretmen, kurum ya da sistem merkezli değil, insan merkezli olmalıdır.

2.      Eğitim, iyi ve uysal vatandaşı değil, özgür ve tam gelişmiş insanı hedeflemelidir.

3.      Eğitim hayatla ve uygulamayla iç içe yürütülmelidir.

4.      Okul ve sınav başarısı değil, hayat başarısı öncelenmelidir.

5.      Okulda öğrenmeye karşı yaşam boyu öğrenme yaklaşımı esas alınmalıdır.

6.      Yarışmacılığın yerini işbirliği ve dayanışma almalıdır.  

7.      Otoriter ve baskıcı değil, bireysel özellikleri geliştirici özgür bir eğitim olmalıdır.

8.      Fert ve toplum dengesini sağlamalı, ancak önceliği ferde vermelidir.

9.      Çok boyutlu ve bütüncül bir eğitim anlayışı esas alınmalıdır.

10.  Eğitim, otoriter ve baskıcı olmamalı, özyönetimi esas almalıdır.

11.  Eğitim, demokratik olmalı, insan haklarına ve farklılıklara saygı esas alınmalıdır.

12.  Yerel değerlere bağlı, evrensel değerlere açık bir eğitim öngörülmelidir.

13.  Katı bürokratik yapılanmış okullar yerine esnek yapılanmış her zaman herkese açık eğitim merkezleri yaklaşımı esas alınmalıdır.