Bir Tarafı Denizle Her Tarafı Düşmanla Sarılı Gazze

Cehennemin en sıcak yeri, ahlaki kriz zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır (Dante).

 

Filistin, yaklaşık 1500 yıldır İslam toprağı olan, 400 yıl boyunca Osmanlı idaresinde kalan, daha düne kadar büyükelçi yerine vali gönderdiğimiz, dedelerimizin memurluk yaptığı, ninelerimizin memur eşi olarak çile doldurduğu topraklardır.

Filistin, İslam’ın üç kutsal mescidinden biri olan ve Kur’an’da “çevresinin mübarek kılındığı” belirtilen Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapmaktadır. Bu coğrafya, bir zamanlar tevhit mücadelesinin verildiği, onlarca hatta yüzlerce peygamberin ayak izlerini taşıyan kadim bir coğrafyadır.

Filistin, Hz. Ömer döneminde Ubeyde b. Cerrah komutasındaki ordu tarafından 636 yılında İslam topraklarına katıldı. 1099’da Haçlı orduları tarafından geri alındı, bu savaşta altmış bin şehit verildi. 1187 yılında, “Kudüs ağlarken ben gülemem” diyen İslam’ın yiğit evladı Selahattin Eyyübi tarafından tekrar fethedildi. 1516 yılında Sultan Yavuz Selim tarafından Osmanlı topraklarına katıldı ve 1917’de İngiliz mandasına girinceye kadar Osmanlı idaresinde kaldı.

1917’de bölgede inisiyatifi ele geçiren İngiltere, o tarihten itibaren “bizim başımıza bela olacaklarına Müslümanların başına bela olsunlar” anlayışıyla Yahudileri bölgeye taşımaya başlar. Önceleri yüksek fiyatlarla sonraları ise tehditlerle satın alınan çiftliklerle başlayan Yahudi yerleşimleri hızla artmış ve yıllarca devam eden yoğun ve sistematik göçler sonucu yüzyılın başlarında 5000 olan bölge Yahudi nüfusu bugün 6 milyona ulaşmıştır.

Bir küresel emperyalist proje olan “Filistin’in işgal yoluyla ele geçirilmesi ve İsrail devletinin kurulması” projesi,  yaklaşık yüz yıldır devam etmektedir. Başlangıçta Avrupa’yı Yahudilerden kurtarmak için onlara gidecek bir yer bulmak ve devletle tanıştırarak lokalize etmek amacıyla Filistin’inin bir kısmına razı olan küresel baronlar, geldiğimiz noktada İsrail’in iştahı, İslam dünyasının duyarsızlığı ve küresel vicdanın harekete geçmeme de ısrar etmesi karşısında Filistin’in tamamının işgaline ve gaspına razı olmuş görünmektedirler. Aşağıya alınan haritada da görüldüğü gibi Siyonist İsrail, ABD, İngiltere, Almanya, BM, NATO ve Mısır gibi güçlerin koruyuculuğunda bu yolda emin adımlarla ilerlemektedir.

Oysa Filistin sorunu sadece Filistinlilerin ya da sadece Arapların sorunu değildir, bu sorun İslam Ümmetinin hatta bütün insanlığın ortak sorunudur. Bu yönüyle Filistin sadece Filistin değildir; Müslüman dünya açısından Filistin, bir ocaktır, bir mekteptir, bir okuldur, bir davadır, bir direniştir, bir semboldür. Filistin Hz. Ömer’in, Selahattin Eyyubi’nin, Sultan Abdülhamit’in ümmete bir emanetidir. Filistin, bir arayıştır; adalet ve özgürlük arayışı; onur ve haysiyet arayışı; hak ve hukuk arayışı; insanlık ve vicdan arayışı...  

Filistin’in yiğit gençleri sadece kendi adlarına mücadele etmiyorlar, onlar hepimiz adına, tüm İslam dünyası adına, tüm insanlık adına, tüm insaf ve vicdan sahipleri adına mücadele ediyorlar. Bu öncü gençler ümmetin onuru, haysiyeti ve şerefi için mücadele ediyorlar.

Filistin mücadelesi, dünyanın en meşru ve en haklı mücadelesidir. Zira bu mücadele, küresel baronların da desteğiyle gasp edilen Filistin toprakları üzerine kurulan bir korsan devlete karşı verilmektedir. İsrail, Siyonizm’i ideal olarak benimsemiş olması yönüyle Siyonist; kurulduğu toprakları gasp ve işgal yoluyla ele geçirdiği için gayri meşru ve korsan; şiddet ve terör yoluyla kurulduğu ve hala terörü bir araç olarak kullandığı için ise bir terör devletidir.

Bir düşünürün dediği gibi “Meşruiyet, barış meleğidir”. Meşruiyetin olmadığı yerde barış olmaz. İsrail bölge halkları nezdinde gayri meşru ve korsan bir devlettir ve bu niteliği bundan sonra da değişmeyecektir. Meşru olmadığı içindir ki, Müslüman yönetimlerin yüzlerce yıl birkaç manga askerle sükûneti sağladıkları bu coğrafyada İsrail, dünyanın en güçlü ordularından biriyle acziyet içindedir. Yüzlerce yıl boyunca, farklı din ve etnisiteye sahip insanların barış içinde yaşadığı, bir dönemlerin selam yurdu (darüsselam), barış adası, esenlik vadisi bu topraklar, bugün, bir hançer gibi bağrına saplanan Siyonist İsrail yüzünden kan, gözyaşı, zulüm ve her türlü fitnenin merkezi haline gelmiştir.

Filistin’de dünyanın en asimetrik, en adaletsiz ve en alçak savaşı sürmektedir. Bir tarafta küçücük bir alana sıkıştırılmış, yaklaşık on yıldır üzerlerine acımasız bir ambargonun uygulandığı, insani ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanan, bir yanı denizle dört yanı düşmanla çevrili Gazze, diğer taraftan Türkiye ve Katar gibi birkaç ülke hariç neredeyse dünyanın tamamının destek verdiği Siyonist İsrail…         

Açıktır ki, İsrail, tek başına İsrail değildir. İsrail; her fırsatta destek aldığı NATO’dur; Avrupa Birliği’dir; Birleşmiş Milletler’dir. Beslendiği uluslararası şirketlerdir; vahşi kapitalizmdir; damarlarına kadar nüfuz ettiği Küresel Ekonomidir; bütün boyutlarıyla ele geçirdiği Dünya Medyasıdır. İsrail; onu bölgenin başına bela eden İngiltere’dir; BM’yi kilitleyen Amerika’dır; işbirlikçi Suud ve Mısır’dır. İsrail; paranın ve lüksün şehvetine kapılmış, onurunu ve haysiyetini satmaya çoktan hazır Körfez Şeyhleridir. İsrail; Siyonizm’i besleyen uluslararası sistem ve küresel baronlardır. Bu yüzden, Gazze sadece İsrail’e karşı değil, bir şer koalisyonuna karşı direnmektedir.

 İsrail tarihi işgaller, katliamlar, sürgünler ve işkenceler tarihidir. Bu coğrafya, yüz binlerce Müslüman’ın şehit edildiği, yüz binlercesinin yaralandığı ya da sakat kaldığı, milyonlarcasının mülteciye dönüştürüldüğü bir coğrafyadır. Yüzyılın başında tamamı Filistinlilere ait olan bu toprakların bugün %90’ı işgal altındadır. Batı Şeria bile, Yahudi yerleşimleriyle parça parça edilmiş ve bütünlüğünü kaybetmiştir.

Filistin’de hala bütünlüğünü koruyan tek yer Gazze’dir. 6-7 km eninde 40 km uzunluğunda 360 km2’lik, dünyada insan yoğunluğunun en fazla olduğu (5000 kişi/km2, Türkiye’nin 50 katı) küçük bir alana sıkışmış, zulme karşı direnen, göçe ya da teslimiyete razı olmayan yaklaşık iki milyon onurlu Filistinlinin yaşadığı Gazze… Bir tarafı denizle her tarafı düşmanla sarılı Gazze…

Daha öncekilerinin olduğu gibi bu son operasyonun asıl amacı da Mısır’ın sağlama alındığı ve Gazze’nin büyük oranda yalnızlaştırıldığı bu dönemde Hamas’ın direnişini kırmak, bitirmek, orada yaşayanları göçe zorlamak, olmadı teslim olmaya ikna etmek, oda olmadı en azından Batı Şeria’daki gibi arada Yahudi yerleşimlerine alan açmaktır. Ta ki beş on yıl kadar sonra tamamen bitirilebilsin. Yoksa üç Yahudi gencin öldürülmesi vs tamamen bahaneden ibarettir. Bu çerçevede her kalkışmada ve katliamda sorulan “kim başlattı?” sorusu saçma ve illüzyondan ibarettir. 

Ortada açık seçik bir gerçek var: İsrail küresel baronlarla anlaşmıştır ve ne yapıp edip Filistin’i tamamen ele geçirmek istemektedir. Bu yüzden, iki devletli yapı vs herhangi bir çözüme asla yanaşmayacaktır. Hamas ile El Fetih’in anlaşmasından paniğe kapılmasının sebebi de budur. İsrail, bu anlaşmanın, Siyonist emellerine ulaşmasını zorlaştıracağını düşünmektedir. Kaldı ki her şey kendi istediği gibi gitmektedir, bütün emperyalist güçler arkasındadır. Birleşmiş Milletler, her türlü alçalmaya ve zillete razı olacak şekilde ABD tarafından kilitlenmiştir. Dolayısıyla İsrail, göçe ya da teslimiyete razı edene kadar Filistinlileri öldürmeyi sürdürecektir.   

Filistin meselesi, İslam dünyasının ortak meselesidir. Mescidi Aksa’nın işgal altında olması ümmetin alnındaki kara bir lekedir. Filistin’in düşüşü İslam dünyasının düşüşü, Filistin’in teslimiyeti İslam dünyasının teslimiyeti olacaktır. Bu sorun, sadece Hamas ya da Filistinlilerin çabalarıyla çözülebilecek bir sorun değildir. Çözüm, ancak İslam dünyasının topyekûn işbirliği yapması ve küresel vicdanın harekete geçirilmesiyle mümkündür. Zira İsrail sadece İsrail’den ibaret değildir.

Türkiye, İsrail’i kuruluşundan on ay kadar sonra tanıyan ilk Müslüman ülkedir. Başta 28 Şubat post modern darbe dönemi olmak üzere İsrail ile çok sayıda stratejik işbirliği anlaşmasına imza atılmış ve her fırsatta İsrail’in yanında yer alınmıştır. Hatta aynı dönemde Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanlığı düzeyinde ziyaretler gerçekleştirilmiş ve başbakan T. Çiller, Tel Aviv’de dünya basına yaptığı açıklamada, kendi ülkesinin de bir kısmını kapsadığından habersiz “Bir Müslüman ülkenin başbakanı olarak vaadedilmiş topraklarda bulunmaktan onur duyuyorum” diyebilmiştir. Türkiye’nin o zelil durumdan, bugünkü “zulme karşı” pervasızca tavır alan bir duruşa evrilmesi oldukça ümit vericidir ve Filistin mücadelesi için önemli bir kazanımdır.

Bilindiği gibi Yahudiler “Fırat ile Nil arasındaki toprakların Tanrı tarafından kendilerine vaat edildiği” şeklinde, Arz-ı Mev’ud olarak bilinen bir inanca sahiptirler. İsrailli yetkililer her fırsatta bu ideale bağlı olduklarını gösteren açıklamalar yapmaktadırlar. Hatta eski başbakanlardan İzak Rabin, bu ideale bağlılıkta taviz verdiği iddiasıyla fanatik bir Yahudi tarafından öldürülmüştür. Arz-ı Mevud’un Ürdün, Mısır, S. Arabistan, Suriye, Irak ve Türkiye’nin bir kısmını da kapsadığı dikkate alındığında Filistin tamamen işgal edilip teslim alınsa bile bu savaş bitmeyecektir. Kendini toparlayan İsrail, emperyalist dünyanın desteğini de alarak yoluna devam edecektir. Kısacası, İsrail var oldukça, savaşta var olacaktır.  

Yapılması gereken şey; her şartta Filistin direnişine destek olmak, her şartta Filistinli kardeşlerimizin yanında durmak, her şartta Siyonist İsrail’e ve onun payandalarına karşı çıkmaktır. Zira Filistin mücadelesi hepimizin mücadelesidir ve orada ölen, sadece Filistinli çocuklar, kadınlar, gençler değildir, topyekûn insanlıktır. Bu insanlık dışı saldırılara ve hiçbir ahlaki kaygının dikkate alınmadığı bu savaşa tepki göstermek için illa Müslüman olmaya, illa dindar olmaya, illa şu ya da partiye mensup olmaya da gerek yoktur. Bu zulme karşı çıkmak için sadece insan olmak yeterlidir. Yahudi bir ailenin çocuğu olmasına rağmen yapılan zulme dur demek için pervasızca İsrail buldozerlerinin karşısına dikilen Sarı Saçlı Donkişot Rachel Corrie gibi mesela, mazlumlara yardım ulaştırmak için Mavi Marmara gemisiyle yola çıkan her dinden, her etnisiteden insanlar gibi mesela… Yazımıza, korsan devlet İsrail gibi zalim ve despotların ruh halini iyi yansıttığına inandığım bir dörtlükle son verelim.  

Cellat uyandı yatağında bir gece,

Tanrım dedi, bu ne zor bir bilmece,

Adamlar çoğalıyor öldükçe,

Bense tükenmekteyim öldürdükçe… (A. Behramoğlu)

 

Selametle…